Desaparecidos

"Onlar sadece... desaparecidos.           

Ne hayattalar ne de ölüler.

Sadece kayıplar"

Jorge Rafael Videla

Galatasaray meydanında yeni bir şey yok. Yasak, sadece yasak var. Yasak varsa polis var, polis varsa cop, biber gazı var, sonrası gözaltı. Anayasa Mahkemesi kararına rağmen hem de. Haftalardır bu cephede yeni bir şey yok.

"Gözaltındaki kayıplar son bulsun, kayıpların akıbeti açıklansın, sorumlular bulunsun ve yargılansın” talepleriyle 27 Mayıs 1995'ten itibaren oturma eylemi yapan Cumartesi İnsanları Ağustos 1998’den sonra polis, eyleme katılanlara her hafta cop ve biber gazıyla müdahale etti, katılanları gözaltına aldı.

Bir yıla yakın aynı şiddet devam etti, 13 Mart 1999‘da Cumartesi Anneleri/İnsanları buluşmalara ara vermek zorunda kaldı.

10 yıl sonra ellerinde zorla kaybedilen yakınlarının fotoğraflarıyla 31 Ocak 2009‘da yeniden Galatasaray Meydanı’ndaydılar. Her hafta zorla kaybedilen birinin hikâyesini anlattılar, birinin akıbetini sordular.

Cumartesi İnsanlarının Ağustos 2018 tarihindeki 700. buluşmasına yapılan polis müdahalesinden bu yana engelleniyor. Her cumartesi günü İstanbul'da, gözaltı, kelepçe, biber gazı...

Hasan Ocak'ın annesi başta olmak üzere bir grup kayıp yakını İstanbul Galatasaray meydanını mekan tuttular. Kolay olmadı elbette gün oldu oturdu yakınlarının akıbetini sordular gün oldu bir araya gelmeleri engellendi.

Oturma eylemini ilk olarak anneler başlattığı için belki de Arjantin'deki Plaza de Mayo/Mayıs Meydanı/Mayıs Anneleri'nden esinlenerek Cumartesi Anneleri ismini medya yakıştırmıştı.

Kaybedildikten 55 gün sonra cesedi bulunan Hasan Ocak'ın annesi Emine Ocak, 12 Eylül 1980 darbesinden bir gün sonra evinden gözaltına alınan, 8 Ekim 1980'de üç polisle gözetim evinden "sorguya " götürülürken elleri ve gözleri bağlı halde "kaçtığı " söylenen Cemil Kırbayır, eve döndüğünde dışarıda kalmasın diye evlerinin kapısını açık bırakan 105 yaşında yaşamını yitiren Berfo Ana 33 yıl oğlundan umudunu kesmedi, bir başka anne Fincan Bilgin'in ömrü ( Kenan'ın kaybedildiğini bilmeden) ancak 10 yıl beklemeye yetti.

Asiye Doğan, Şahsenem Cihan, Asiye Karakoç ve Zeycan Yedigöl de yakınlarını bulmadan bu dünyadan göçüp gittiler...

Cumartesi İnsanları her cumartesi günü kayıplarını arıyorlar bıkmadan usanmadan... Kaç kez oturdular, kaç kez Galatasaray meydanına gitmeleri engellendi, bu Cumartesilerinin toplamı kaç yıl ediyor?

Gördük mü, duyduk mu hangi birimiz gidip onlarla birlikte kaç cumartesi oturdu!

"Bir türkü söylediler, duydunuz mu...

Bir kuşu vurdular, gördünüz mü...

Böyle neden susuyorsunuz böyle ...

(Özdemir Asaf)

Zorla kaybettirmeler denince ilk akla gelen Arjantin'deki faşist darbenin başı Jorge Rafael Videla 1998'de, iktidarı sırasında (29 Mart 1976 - 29 Mart 1981 arasında) gözaltında kaybedilenler nedeniyle suçlu bulunuyor. Ancak 28 günlük bir tutukluluktan sonra sağlık gerekçesiyle cezası ev hapsine çevrilmiş. Bizdeki Cuntacılar da ömürlerinin son demlerinde hesapta "yargılandılar".

Bir tek gün bile hapis yatmadan... Bir tek gün bile mahkeme huzuruna çıkmadan, suçları yüzlerine okunmadan " yargılandılar"(!) Sırf bu günleri görmek için, cuntacı paşaların tutuklanıp yargılanmalarını görmek için, onların zulmüne uğramış, işkence tezgahından geçenlerin de içinde olduğu niceleri "yetmez ama evet" diyerek hüsrana uğradılar. Yetmezmiş  gibi toplumda büyük bir yanılsamanın oluşmasına sebep olmuş, cuntacı paşaların ayak izlerine basanların işini kolaylaştıran bir rol oynamışlardı.

 Berfo Anaya da söz verilmişti. Oğlunun kemiklerini bulup vereceklerdi, bir mezarı olacaktı. Unutuldu, amaç hasıl olmuştu bir kere. Tek adam rejimine giden yolları düzlemişlerdi artık. İhtiyaç kalmamıştı artık demokrasicilik oynamaya. Bugün “yeni” argümanları 12 Eylül Anayasasına karşı “yeni anayasa”…”Sol”dan destek bulamazlar ise ki, öyle gözüküyor yine de  “iyi” koltuk değnekleri bulmaları olası.

Daha geçen yıl 20 Ağustos 2022 de bir baba şunları söyledi:

“Yedi yıldır yaşadığımız acıların en büyüğünü dün cenazeyi alırken yaşadık. ‘Al oğlunun cenazesi’ denilerek bana bir kutu teslim edildi. 28 yaşındaki bir gencin cenazesinin kutu içerisinde ailesine teslim edilebileceği hangi kitapta yazıyor?”

Bu kadarını görebilmek için bile bir kuytu yerde veya toprakta gömülü kemiklerin bir kutu içinde, bir çuvalda kendilerine teslim edilmesini bekleyen kaç aile var!

12 Eylül 1980 darbesinden bugüne tespit edilebilen toplam 1352 kişi kaybedildi.  1993-1996 yıllarındaki ülkenin doğusundaki "düşük yoğunluklu savaş" döneminde kaç insan kuyulara atıldı sorusunun yanıtı bilinmiyor. Türkiye’de 1990’lı yıllarda resmi olmayan kayıtlara göre, 17 bin kayıp vakası ve faili meçhul cinayet var. Evet resmi olmayan kayıtlar böyle.

Resmi kayıtlarda, "Terör örgütüne katılmıştır " “nüfus kayıtlarında ölü görünüyor", "gözaltından serbest bırakıldıktan sonra akıbeti bilinmiyor ".

Bir örnek verelim; Fehmi Tosun nerededir sorusuna kaybedilmesinden yıllar önceki bir tarih verilerek sıyrılma manevrası yapılmak isteniyor.

"Yurt dışına kaçtı" denildiği tarihte Gaziantep cezaevinde tutukludur oysa. Boşa düşünce tarih güncelliyorlar ama inkar en iyi bildikleri tutamak oluyor her zaman. Bizde ve her yerde inkar, inkar sadece inkar.

İnsan kaybettiklerini kolay kolay unutmaz. Kaybedilen paranın azlığı çokluğu mühim değildir. Kaybedilen kurşun kalemin, renk renk kuru boyaların da yerini yenisi bir türlü dolduramaz. Hafızamızdaki yeri hep taze kalır kaybın. Eşya değil ki kayıplar, insan, insan... "Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar."

(E.Cansever)

Ya "Zorla Kaybedilmesi" bir insanın ne demek! Belki hayattadır, bir gün bir yerlerden çıkıp gelecektir umudundan, kalmışsa eğer kemiklerinin kendilerine teslim edilmesine razı olmak, bir mezarı olsun istemek ne demek! “Hayatta değiller” ama ölü bile sayılmamak ne demek!

Desaparecidos ne demek?