Türkiye kapitalizmi uzunca bir süredir ekonomik girdap, kaos ve türbülans içerisinde. Aslında bugünlere öyle kendiliğinden, yanlış ve hatalı uygulanan siyasi ve ekonomik kararlarla gelinmedi.
Günümüzün parke taşları bundan tam 44 yıl önce döşendi. 12 Eylül Askeri Cuntası öncesinde Milliyetçi Cephe (MC) hükümeti tarafından alınan 24 Ocak Ekonomik Kararları darbe sonrası uygulanacak olan ekonomik reçetenin bir nevi ön hazırlığıydı. O günlerde askeri cunta ve egemen yönetici sınıflar ülkeyi normal ve makul sınırlar içerisinde yönetemeyeceğini bildiğinden ellerini güçlendirmek istemişlerdi. Bunun içinde bir dizi siyasi ve ekonomik kararlar almak zorunda kalmışlardı.
Kısaca ifade edersek bugüne kadar gelen siyasi iktidarlar ve Türkiye yönetici sınıfları rejim her krize girdiği anda onu başka bir krizle restore etme çabalarına girmişlerdir ve bunda ciddi başarı da sağlamışlardır.
Egemen sınıfların krizi halkın üzerine yıkma ve krizi başka bir krizle aşma çabaları özellikle son 22 yıldır sürekli bir anti demokratik rejim inşasıyla beraber süregelmiştir. Bu süreçten kâh muhalefet unsurlarıyla kâh siyasi bir komployla (15 Temmuz gibi), kâh Kürt siyasi hareketinin bir aktör olarak seçilmesi ya da “kullanılmasıyla” çıkılmaya çalışılmıştır. Her defasında yaşanan bunca acılardan ders çıkarılmamış, barutu çoktan bitmiş iktidarın ömrünün bir süre daha uzatılmasına sebep olunmuştur.
Bugünkü rejimi restore çabalarını da bu minvalde değerlendirmek doğru olacaktır.
Bugün Kürt meselesi üzerinden siyasi bir süreç devşirilmeye çalışılıyor. 31 Mart yerel seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğrayan Erdoğan ve ortağı Bahçeli, uygulanan ekonomi politikaları yüzünden halk nezdinde düşen itibarlarını her defasında kurtarmak istemektedir ama mızrak çuvala bir türlü sığmamaktadır. Koca ülkeyi asgari ücrete mahkum eden bu siyasal islamcı rejimin ömrünü ne kadar uzatmaya çalışsalar da süreç kaçınılmaz olarak bir bumerang gibi çarşı pazardaki halkın gerçeklerine çarpıp geri dönmektedir.
Halbuki bu iktidarın halka açıklayacakları hiçbir şey kalmamıştır. AKP ve tek adam Erdoğan'ın yönetme barutu çoktan tükenmiştir. Ancak siyasi hilelerle ayakta kalabilmektedir.
AKP'liler geçtiğimiz seçimlerde halka gidecek yüz bile bulamamışlardı ama her defasında siyasi emellerini bir şekilde Erdoğan'ı koltukta tutarak sağlamaya çalışmaktadırlar. Bunda iktidarın küçük ortağı Devlet Bahçeli ve partisi MHP'nin payı büyüktür. Erdoğan her sıkıştığında demogojik, “devlette devamlılık esastır” naraları atan, AKP ve Erdoğan'ın bekasının ülkenin bekasıyla aynı olduğunu savunan MHP, geçen gün yaptıkları meclis grup toplantısında Abdullah Öcalan'ın meclise gelip konuşmasından bahsetmektedir. Böyle bir konuşmayı muhalif herhangi biri yapsa ömür boyu hapisle bile cezalandırılabiliyorken bir “siyasi parti” lideri olan Bahçeli yaptığı konuşmayla “hukuk önünde herkes eşittir” ilkesini alenen çiğneyebiliyor. Aynı konuşmayı bugün herhangi bir muhalif unsur ya da DEM Partililer yapmış olsaydı şimdi çoktan hapsi boylamışlardı. Fakat bu durum bugün her şey bir tarafa “hukuk önünde sadece AKP'liler eşittir” şeklinde açıklanabilir.
Şimdi buradan AKP kurmayları MHP ve Bahçeli eliyle sahte “barış ve kardeşlik” ortaoyununu oynamaya çalışıyorlar. Kürtlerle ilgili geçmişte yaptıkları ise hâlâ hafızalarda. KCK davaları, Kobani davası, Hendekler üzerinden yapılanlar, Demirtaş'a ve Kürt siyasetçilere yapılan hukuksuzluklar, barış süreci masasının devrilmesi, binlerce tutuklu, DEM'in belediyelerine hukuksuz kayyum atamaları, demokratik kurumlara baskılar ve operasyonlar vs.
Tek adam rejimi iç siyaseti belirlerken dış siyasetin nabzına göre şerbet veriyor. Bugün Suriye'de var olan gelişmelerin de bunda etkisi büyüktür. Erdoğan olası bir dış politika krizinde tüm ipleri elinde tutmak istiyor. Muhalefet unsurlarından tek bir itiraz bile duymak istemiyor. Yeni sürecin başkanlık adımlarını bugünden atıyor. İç siyasette ne kadar eli zayıflasa da 31 Mart yerel seçimlerinde aldığı ağır yenilgi ciddi hazımsızlık yaratmış olmalı ki bugün hukuksuzlukları sadece Kürtlerle sınırlı kalmıyor. CHP'li Esenyurt Belediyesi ve Tunceli ve Ovacık belediyelerine de ayrıca hukuksuzca kayyum atamaları Erdoğan'ın kurduğu oyunu nerelere kadar götürebileceğini gösteriyor. Tüm bunlara bakıldığında yarın İstanbul Büyükşehir Belediyesinin de topun ağzında olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün Trabzon AKP ilçe teşkilatlarında konuşulan konulardan biri de CHP'li merkez Ortahisar ilçesinde (kendi başkanlarına) kayyum taleplerini ilettikleridir. Başkanları ilçe ziyaretleri yaparken çay kahve eşliğinde “ya aslında buraya da bir kayyum atansa iyi olur, lazım başkanım” seviyesinde bir devleti yönetme anlayışları olduğunu görüyoruz. Artık devleti yönetirken (uzunca zamandır) ele aldıkları bir prosedür, yol, yordam falan da yok. Her şeyi ama her şeyi çok rahat ve açıktan yapabiliyorlar.
Burada durup gerçekten böyle bir ortamda demokratik açılım ve Kürt halkının demokratik taleplerinin karşılanmasından bahsedebilir miyiz?
Böyle bir ortamda barış, kardeşlik ve bir arada yaşam için samimi bir şekilde santim kılını kıpırdattıklarını düşünebilir miyiz?
Anayasa ve yasaları hiçe sayan, yargıyı sadece devrimciler, solcular için değil tüm muhalefet unsurları için bir sopa gibi kullanan, en ufak hak mücadelesine, (doğasına sahip çıkan insanlara bile) yüzlerce polisle saldıran bu iktidarın gerçekten samimiyetine inanabilir miyiz?
Fakat DEM Partiden Sırrı Süreyya Önder inanmış görünüyor ya da inanmak istiyor. Mecliste yaptığı konuşmada Bahçeli'nin Öcalan ve Kürtler konusundaki yapıcı yaklaşımını (nerden anladıysa!) takdirle karşılayabiliyor.
Ama bu gibi durumlar için Muallim Naci “hafıza'i beşer nisyan ile malüldür” der. Yani insan aklı unutmaya yatkındır ve bu onun en normal, en doğal halidir diyor. Sanırız Sırrı Süreyya Önder'in yaş aldıkça hafızası zayıflıyor. Çünkü en azından şunu anlaması lazım; sahici bir barış, sahici bir kardeşlik ve huzur ortamı isteniyorsa bu siyasal islamcı tek adam rejiminin öncelikle son bulması gerekiyor. Evrensel ve anayasal bir hukuk ortamının en asgari ölçülerde bile olsa tekrar tesis edilmesi gerekiyor...
Bir kişi okumak istiyorsa önce harfleri öğrenmesi gerekir. Ancak sonra okuyabilir. Asgari ölçülerde bir demokratik ortam bile yokken, her şey tek adamın iki dudağı arasındayken hangi demokrasiden bahsedebiliriz...
İktidar dış gelişmelerinde yardımıyla iç siyaseti, Kürtleri ve CHP'yi dizayn etmeye çalışıyor. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Burada herhangi bir olumlu ve pozitif bir taraf aramak, demokratik bir gelişmenin ön hazırlığı olarak görmek en hafif deyimle aptallıktır. Böyle bir hataya düşmemek için ise sadece hafızamızı taze tutmak yeterlidir. Fazla bir şeye gerek yok...