İsmet İnönü, 1941 yılında Köy Enstitüleri hakkında şu ifadeleri kullanmıştı:
“Köy enstitülerini cumhuriyetin eserleri içinde en kıymetlisi, en sevgilisi sayıyorum. Köy enstitülerinden yetişen evlatlarımızın muvaffakiyetlerini ömrüm boyunca yakından ve candan takip edeceğim”
İsmet İnönü kendisinin ön ayak olup kurdurduğu Köy Enstitüleri için bu cümleyi kullanmıştı ama gerçekten orada yetişenlerin muvaffakiyetlerini “yakından ve candan” takip edebilmiş miydi? Bu soruya verilecek cevap aslında tüm bir Cumhuriyet tarihinin nasıl gerici/yobaz bir karanlığa adım adım teslim edildiğinin de cevabı olacaktır.
1933 yılında yani genç Cumhuriyet'in onuncu yılında Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip tarafından okullarda okutulmaya başlanan Andımız'da şöyle diyordu:
“Türküm, doğruyum, çalışkanım. / Yasam: Küçükleri korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, özümden çok sevmektir. / Ülküm: Yükselmek, ileri gitmektir. / Varlığım Türk varlığına armağan olsun”
Andımız'ın 2013 yılında Çözüm Süreci kapsamında okullarda okutulması uygulamasına son verildi. Tabi Andımız gibi bir metnin okullarda okutulması uygulamasının doğruluğu ya da yanlışlığı üzerine en azından şimdilik bir bahis açmaya gerek yok. Ama o dönem için bir ulus devlet yaratma adına uygulanan bazı ritüellerin bugün ne adına ortadan kaldırıldığı da baya bir tartışmalı.
Trajiktir Andımız'ın satır aralarında ”ilkem küçüklerimi korumak, ülküm yükselmek, ileri gitmektir” diyordu...
Bugün Narinlerimizi, Leylalarımızı, Nisanurları, Ecrinleri koruyabildik mi?
Böylesi bir vahşeti yapanları el yordamıyla mevcut statüko içinde kalmasını sağlayarak her türlü “kıyağı” reva gören sistemden çocuklarımızı korumasını bekleyebilir miyiz..?
Andımız'dan yaklaşık 10 yıl sonra ise Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç önderliğinde Köy Enstitüleri kurulacaktır. Amaç bu yolla Cumhuriyet ideal ve devrimlerini Anadolu'nun ücra köşelerine götürmek, köylünün üretime yönelik bilinçlendirilmesini sağlamak ve nihayetinde tarımsal üretimi destekleyerek ekonomiye katkı sağlamaktı. Ancak ironik şekilde İsmet İnönü himayesinde kurulan Köy Enstitüleri'nin canını alacak olan ise yine kendisidir...
Köy Enstitüleri o kadar önemli bir maarif kurumdu ki Narinleri, Leylaları yok eden, Aladağ'da çocukları yakan, Ensar'da, cemaat yurtlarında çocukları istismar eden zihniyeti bugünkü rejimden bağımsız olarak düşünemeyiz. Bugünkü rejimi ise ancak dünün yanlışları, ya da “seçimleri” üzerinden kavrayabiliriz. 12 Eylül cuntası bu tercihin satır başlarından biridir.
Solun gelişmesine karşı dinci gericiliğin/ ırkçı milliyetçiliğin ve piyasacılığın toplumun önüne proje olarak konulmasının 12 Mart'lar 12 Eylül'lerle olduğunu bir an bile unutmamalıyız...
Eğitim sisteminin bugünkü rejimi inşa etmedeki rolü ise hiçbir şekilde yadsınamaz. Bilinmelidir ki her baskıcı rejim kendi eğitim sistemini de yaratır. Bugün laik ve bilimsel eğitimin köküne kibrit çakan bugünkü dinci rejimin topluma, çocuklara verebileceği ne olabilir? Ancak sözde kutsallar etrafında biçimlenmis bir dolu hamasetten başkada bir şey görmek mümkün değildir...
Narin bugün yok...
Neden öldürüldüğü henüz belli değil. Bu yazının yazıldığı anda henüz kamuoyuna net bir açıklama yapılmadı. 8 yaşında bir kız çocuğunu organize bir şekilde katledip topluca gömdüler. Ayrıca köydeki birçok kişinin ve itirafçının geçmişlerine bakıldığında Hizbullah örgütüyle bağlantılı kişiler olduğu da aşikâr.
Hem öldürüp hem gömüyorlar...
Aslında bugünkü rejimin diskuru da bu değil mi zaten..?
Bizi düşüncelerimizden, fikir ve özgürlüklerimizden soyundurup öldükten/öldürdükten sonra hep beraber gömmüyorlar mı? Bize kanıksatılan, dayatılan adetlerin, ritüellerin, geleneklerin, tabuların, kutsalların kurbanı değil miyiz? Görülmeyen ve kamuoyuna yansımayan binlerce, milyonlarca trajedi var bu ülkede. Belki de Narin bunlardan bir tanesiydi...
Narinlerimizin ölmemesi onları koruyacak kollayacak, üzerine titreyecek, geleceksiz bırakmayacak bir rejim inşa edildiğinde ancak mümkün olacak. Anadolu'nun en ücra köşelerinde bile tek bir çocuğumuzun yaşaması için bilimsel ve laik eğitim şart. Fakat bugün Anadolu köyleri çoğunlukla tarikat ve cemaatlerin kıskacı altında. Özellikle kız çocukları hala feodal dinci gericiliğin baskısı altında yaşamak zorunda kalıyor.
Kapatılıncaya kadar Köy Enstitülerinden 1.308’i kadın, toplam 17 bin 341 köy öğretmeni yetişmişti. Dün bu proje başarılı olsaydı oradan bilimsel ve teknik eğitim almış milyonlarca genç yetişecekti. Bu gençler kendi üretim tekniklerini geliştirip yeni bir bilinçlenme ve uyanış gerçekleştirecek ve Türkiye belki de dünyanın sayılı müreffeh ülkeleri arasına girecekti. Çünkü Türkiye 2.Dünya Savaşından kayıpsız ve yıpranmamış bir şekilde çıkmıştı.
Ama ne yazık ki Narinleri yutan bu koyu karanlık solun bu ülkeden kazınması uğruna adım adım örüldü. Akp ise son tuğlaları koydu. Aynen Köy Enstitüleri'nde olduğu gibi. İsmet İnönü ördü Adnan Menderes cenazeyi kaldırdı.
Bugün halen ülkeye cehalet, gericilik, softalık ve yobazlıkla örülü aile yapıları ve gelenekler hakim...
Çocuklarımızı koruyamıyoruz, bu trajik bir gerçek...
Baştan sona toksik aile yapıları ve bunca cehalet ve yobazlığın olduğu yerde de çocukları korumak (solun toplumsal bir seçenek olmadığı ve güçsüz olduğu koşullarda) pek mümkün değil.
Solun ve devrimciliğin olmadığı bir yer ise cehennemin öbür adıdır. Narin cinayetiyle bunu bir kez daha görmüş olduk.
Karşı devrim çoktan kazandı...