Türkiye gündemi son birkaç aydır artık iyice yaklaşan yerel seçimlere kilitlendi. Her gün çok boyutlu olarak anlık değişimlere uğrasa da genel olarak suya yazı yazar misali bir halet-i ruhiye mevcut ülke gündemine. Bir gördüğümüzü ertesi günü başka bir gündemle unutuyoruz fakat her defasında iş gelip dayanıyor yerel seçim gündemine. Öyle ki her gün yeni bir skandal haber duymaktan toplum olarak yorulduk.

Siyasetin ruh hali bir tarafa etrafımızı kuşatmış olan bunca vicdansızlık ve kötülüğün ruhumuzda yol açtığı devasa gedikleri nereye koyalım? Bu ülke görünen o ki uzun süredir çok ciddi bir çürümüşlüğün girdabında debeleniyor.

Siyasetten, ekonomiye, medyasından, futboluna her şey ama her şey çürümüş ve sarpa sarmış durumda. Tabii toplumdaki devasa çürümüşlük kendiliğinden olan bir şey değil, siyaset üstü ve objektif bir gidişatın sonucu da değil, bilinçli bir yönlendirme ve siyasi tercihin sonucu.

Türkiye'nin yakın siyasi tarih aktörlerinin yarattığı ve önceden kestirilebilen/ öngörülebilen bir sonucun ürünü de denilebilir yaşadıklarımız.

Üstelik söz konusu tercihin, toplumsal yapının bozulmasından tutun da ülkedeki her bireyin ahlaki yapısının, içindeki iyilik ve yardımlaşma duygularının dezenformasyona uğratılmasında ve giderek toplumun nefret dili ve pratiğine dönüştürülmesinde çok büyük bir payı var. Topluma hakim olan bu nefret dili ve pratiğini her defasında besleyen saikler hep güncel durumda fakat bu toplumun her bir bireyinin de ahlaki yapısının buna çok uygun özellikler taşıdığını söylemeden geçmeyelim.

”Nefret, taşımak için çok ağır yüktür” derler. Ama görünen o ki bu ülkede onu hafifleten siyasi ve kültürel şartlar var. Bunlardan biri de Trabzon'da oynanan geçen gün ki futbol maçında gerçekleşti. Nefret dili ve söyleminin basit bir futbol maçında bile nerelere varacağını görmek açısından ibretlik bir müsamere!

17 Mart'ta oynanan ve Fenerbahçe'nin (2-3) galibiyetiyle sonuçlanan bir Süper Lig maçında yaşananlar ülke siyaseti ve kurumlarının ne hale geldiği/getirildiğini en açık şekliyle gözler önüne seriyor. Maç öncesinde ortamı geren açıklamalar, medyada yapılan algılar ve sosyal medya trollerinin de katkısıyla, aslında ligin puan tablosu itibariyle de "iddiasız" olan bir futbol takımının taraftarlarının altı üstü bir futbol müsabakasını bir ölüm kalım savaşına çevirmesini ibretlik gözlerle izledik.

Sonrasını konuşmasak çok daha iyi gibi çünkü sonrası bu trajikomik müsamerenin AKP'nin Trabzon Merzifon Belediye Başkanı ve şu anki Trabzon Belediye başkan adayı Ahmet Metin Genç'in yaptığı açıklamaları ile çok daha kaotik bir duruma sürüklendiğini söyleyebiliriz.

Ahmet Metin Genç, olaylı maçın ardından Beşiktaş ve Fenerbahçe'yi UEFA'yı referans göstererek ”iki şikeci kulüp” olarak niteledi ve sahada ”Trabzonluların sinir uçlarıyla oynadılar” dedi. Trabzon'a ”terörist” anlayışların giremeyeceğinden (ne alakaysa!)  bahseden Genç, (yavuz hırsız misali) asıl provokasyonun Fenerbahçeli futbolcular tarafından yapıldığını söyledi.

Tabii bu açıklamaların hiçbir iler tutar yanı yok ve neresinden bakarsanız bir siyasetçi ve bir belediye başkanının yapacağı açıklamalar hiç değil ama mevcut iktidar partisinin  hiçbir etik kaideyi önemsemediğini düşünürseniz bu durumu da normalleştirip geçiştirebilirsiniz. Her şey bir tarafa demokratik akla ve bilince sahip hiçbir bürokratın ya da kamu görevlisinin böyle bir açıklama yapması normal olarak kabul edilemez.

Uzunca bir süredir siyasetçi ya da bürokratların halkı galeyana getirici ve şiddeti körükleyici tehlikeli bir dil kullandıkları son derece aşikâr. Üstelik ülkedeki bir futbol müsabakası üzerinden yapılıyor bu. Geçen gün ki Tele 1 Tv'deki televizyon programına katılan eski Trabzonsporlu futbolcu Lemi Çelik'in maçla ilgili söylemleri de bu yöndeydi.

AKP'li Ahmet Metin Genç'in sözleri paralelinde konuşan Lemi Çelik, Trabzon'un vatansever bir şehir olduğunu kanıtlamaya çalışırken Dem Parti gibi partilerin Trabzon'da il başkanlığı açamadığını ve Trabzon insanının ne kadar ”duyarlı” insanlar olduğunu söylüyor. İlginçtir bir ülkenin kocaman bir şehrine farklı takım taraftarları gidemiyor ve gidemediği içinde bundan gurur duyuyor eski futbolcu Lemi Çelik gibiler. Bu ülkenin yasalarına göre kurulmuş ve milyonlarca yurttaşın oyunu almış (ister beğenin ister beğenmeyin) bir siyasi partinin il başkanlığı o ilde açılamıyor. Gerekçe: burası vatansever bir şehir.

016Bd502 9828 481C Bbb3 2E863Ff44Ebf

Gayet matah bir gerekçeymiş!

Düşmanlaştırarak birlik beraberlik mesajı vermek ve "bölücü düşman miti” yaratarak "duyarlı insanlar, duyarlı kent" demagojisi yapmak tam da faşizme özgü bir yöntem. Bu açıdan tüm ülkeyi kuşatan bu ayrımcı ve ötekileştirici nefret dili ve söylemlerinin sosyal-psikolojik kökenlerine bir göz atmakta fayda var.

Karabük Üniversitesi'nden Araştırma Görevlisi İlknur Tayınmak'ın 2021 yılında yayınladığı “Nefret Suçları ve Nefret Suçlarının Sosyal Psikoloji Bakış Açısı ile İncelenmesi: 

Bir Derleme” adlı makalesinde çeşitli araştırmalardan elde edilen veriler ortaya konulmuş ve nefret dili ve suçunun sosyal psikolojik nedenleri üzerinde durulmuştur. Avrupa, Amerika ve Türkiye'de yapılan araştırmalar nefret suçu ve söyleminin benzer saiklere dayandığını ortaya koymuştur. Kısaca özetlenecek olursa makaleye göre nefret suçu söylemi, “önyargılardan beslenen ve birçok yıkıcı tarafları bulunan, maruz kalanların yaşam ve özgürlük alanlarını kısıtlayan, fiziksel ve psikolojik iyilik hallerini zedeleyen ifadeler ve davranışlardır."

İlknur Tayınmak, nefret suçu ve söylemine zemin hazırlayan psikolojik etmenlerin neler olduğunu 7 ayrı başlık altında incelemiş ve çarpıcı sonuçlar elde etmiştir. Burada tüm bu başlıklardan bahsetmek zor fakat güncel psikolojik zemin olan “Engellenme-Saldırganlık” ve “Günah Keçisi” kavramları üzerinde durmakta fayda var çünkü bu iki kavram nedensellik/sonuçsallık bakımından birbirine bağlı kavramlardır. Buna göre ekonomik kriz ve zorluk döneminde yaşayan toplumlarda, örneğin Amerika'da yapılan araştırmada siyah ile beyazların birbirilerine karşı olan nefret suçlarının işsizlik oranlarıyla paralel geliştiği görülmüştür. Yine başka bir çalışmada ise Romanlara yönelik nefret söylemi ve şiddetin ekonomik zorluk ve güvensizlik dönemlerinde artış gösterdiği ve "günah keçisi" seçilerek suçlandıkları belirtilmiştir.

0C498Dda D314 4034 9763 5A99533B298C

Türkiye'de ise bunun yansımalarını Suriyeli göçmenlere karşı tutumda görüyoruz. Türkiye'nin yaşadığı ekonomik krizin sebebinin de Suriyelilere yapılan yardımlar, işsizliğin ve işgücü piyasasındaki kaosun sebebinin de Suriyeliler olduğu düşünülerek yine  "günah keçisi" olarak ilan edilmeleridir. Bu tür araştırmalara ya da incelemelere dayalı örnekler daha da uzatılabilir ancak bugün gördüğümüz şey, Türkiye toplumunu kuşatan bu nefret dili ve söyleminin kendiliğinden bir sürecin ürünün olmadığı, bilinçli bir kötülükle beraber, ülkenin yönetici sınıflarının ortak aklı ve zihniyle hareket ettiği gerçeğidir. Buradan olumlu bir çıkışın ise toplumu ortak kardeşlik, barış ve dayanışma paydasında buluşturmakla ve emeğiyle geçinen, ondan gayrı da savunacak başka hiçbir şeyi olmayanların ortak aklı ve pratiği ile olacağıdır. Gezi'de ve 6 Şubat'ta bunu net olarak gördük. Tüm bu nefret retoriğinin müsebbibi kim olursa olsun kurbanları da her durumda yine bu toplum ve bu halk olacaktır bundan maalesef kaçış yok...

Dipnot:

Yararlanılan makale

Karabük Üniversitesi Arş.Gör. İlknur Tayınmak. Nefret Söylemleri ve Nefret Suçlarının Sosyal Psikoloji Açısından İncelenmesi: Bir Derleme