Rus yönetiminin asıl korkusunun kimilerince iktidarın destekçisi olduğu iddia edilen işçi sınıfının tepkilerinden kaynaklandığını anlatmaya koyuluyor.
“Gülü çiğdemi filan bırak
Sardunyayı karidesi filan bırak
Acıyı ve ölümleri bırak
Oy pusulalarını ve seçimleri bırak
Evet
Seçimleri özellikle bırak
Çünkü açlık çoğunluktadır”
Turgut Uyar
Putin Rusya’sı üzerine bir-iki kelam edecek olsak ilk aklımıza gelenler; ABD’nin Ortadoğu planlarını sekteye uğratacak, NATO’ya kafa tutacak kadar kudretli, AB’yi kendine bağımlı kılacak kadar gaz zengini, Şanghay İşbirliği Örgütü, BRICS gibi birlikler kurarak siyasi ve ekonomik olarak dünyada yükselen güç olmaya aday bir devlet olurdu. Kendi ülkesinde de muhalifleri demir yumrukla susturan, oligarkların çekindiği bir lider profili çizen Putin için işlerin o kadar da tıkırında gitmediğini Wagner isyanı ile görmüş olduk. Ancak daha öncesinde Notabene Yayınlarından çıkan Putin’in Emek İkilemi adlı çalışma ile Rus yönetiminin başka korku kaynaklarının olduğu ortaya konulmuştu.
Eski sosyalist ülkelerdeki politik ve iktisadi dönüşümler üzerine çalışan Stephen Crowley, renkli devrimler coğrafyasında bulunan bir ülkenin zaten rahat olamayacağını ancak 2008 krizi ve 2014 yılındaki petrol fiyatlarının düşüşü gibi badireler atlatan Rus yönetiminin asıl korkusunun kimilerince iktidarın destekçisi olduğu iddia edilen işçi sınıfının tepkilerinden kaynaklandığını anlatmaya koyuluyor. SSCB’den devralınan ve monokentler üzerine kurulu endüstriyel altyapıda reform yapılmasını engelleyen bu korkunun Rusya’yı düşük verimliliğe hapsettiğini saptayan Crowley’e göre daha iyi koşullarda yaşayabileceği şehirlere göçmeyi reddeden, “agresif hareketsizlik” içindeki işçilerin gönlünü hoş tutma zorunluluğu sübvansiyonları da zorunlu kılıyor. Sendikaları bastırarak muhalefeti doğmadan boğmaya çalışan önleyici otoriterlik ise, işçilerin tepkilerini ifade edebileceği kanalları tıkaması, pazarlık yolunu kapatması nedeniyle kontrol dışı patlamalara yol açması riski taşıdığından tehlikeyi ancak öteleyebiliyor. Yine yazar iktidarın protestoları birbirinden yalıtma becerisinin, ortak sorunlara birleştirici talepler bulunduğunda aşılabileceğini, Putinsiz Rusya talebi etrafında birleşecek bir protesto hareketinin iktidarın karabasan görmesine neden olabileceğini not düşüyor. Yandaş medyanın savaş kahramanı olarak parlattığı Putin’in popülaritesi dönem dönem artsa bile televizyon ile buzdolabı arasındaki savaş sürdükçe verimsiz fabrikaların kapatılması, sübvansiyonların kesilmesi, vergilerin artırılması, emekli maaşlarının düşürülmesi gibi liberal önerilerin hayata geçirilmesine cesaret edilemeyeceği anlaşılıyor.
Sosyalist dönemde işletmelerin aynı zamanda sosyal hizmetleri de sağlamakta oluşu, kapitalist Rusya’yı zarar eden fabrikaların kapatılması durumunda işsizlik dışında başka feci toplumsal sonuçlarla da yüz yüze bırakıyor. Monokent mirası üzerine oturan sistemde fabrikanın ürettiği ürünü değiştirecek olması ise ona hammadde ve parça üreten yerel işletmelerin mahvına yol açacağından sorunu çözmek yerine başka bir ortama transfer etmek anlamına geliyor. Valilerin şehirleri çöküşten kurtarmak için büyük sanayi kuruluşlarına düşük elektrik tarifesi uygulaması gibi önlemler Rusya gerçekliğine uyan bir formül olabilmiş. Rus hükümeti kapitalist restorasyon sürecinde serbest piyasaya geçiş, özelleştirme, küresel pazara açılma gibi adımları hızla atsa da işletme paternalizmi sosyalizmin bakiyesi olarak kalmış. Küçük ve orta ölçekli birçok işletme kapanırken sancılı bir dönüşümü göze alamayan Rus hükümeti büyük işletmeler için “ışıkları açık tutma “stratejisi izlemeyi seçmek zorunda kalıyor. Öte yandan düşük verimlilik, düşük ücreti doğururken, patronların teknolojiye yatırım yapmasını gereksiz kılacak kadar düşük olan ücretler de yan geçim kaynağı olan kayıt dışı ekonomiyi büyütüyor. Bu durumun siyasal sonucu ise sübvansiyonların devam edebilmesi için patronların, işçileri belli yönde oy kullanmaya zorlaması oluyor. İşçilerin, Putin rejiminin destekçisi olduğunu düşüncesinin tarihsel, ekonomik, toplumsal sırrı burada yatıyor.
Yazar, bütün bir nüfusun tek bir fabrikaya bağımlı olduğu tek işletmeli şehirler anlamına gelen monokentlere desteğin kesilerek sermaye yatırımlarını çekecek megapolleşme gibi önerilerin önünde engel olarak duran “agresif hareketsizliği” kültürel, yapısal ve kurumsal boyutlarıyla ele alıyor, bir yandan da Dünya Bankası’nın kontrollü küçülme önerisine baktıktan sonra bilişsel engeller, kilitlenme etkisi, bağımlılık zihniyeti gibi görüşlerle tartışmaya giriyor.
Rusya’nın nasıl bir sosyal dinamit üstünde oturduğunu göstermek için, üç fabrikası kapanan, işten çıkarmaların yaşandığı, maaşların ödenemediği, borcundan dolayı gazı kesildiği için sıcak sudan mahrum kalan şehirde işçilerin yolları bloke ettiği Pikalyovo’ya Putin’in helikopterle gelerek fabrikayı tekrar faaliyete geçirmeyi vaat ettiği olayı anlatıyor.
Pikalyovo sendromu Rusya’nın monokentlere neden sübvansiyonu kesemeyeceğini, oligarkların yüklenmek zorunda olduğu sosyal sorumlulukları bütün açıklığıyla gösteriyor.
Yeltsin döneminde görülen grev dalgasının, sendikaların kontrol altına alınması ile geri çekilmesinin hükümeti rahatlatmaya yetmediğini, Putin döneminde işçilerin yol kesme, ofis basma, açlık grevi gibi radikal protesto biçimlerine başvurmasından çıkarabiliyoruz.
Bir devletin hem bu kadar güçlü olup hem de nasıl bu kadar korkak olabileceği sorusunun peşine düşen yazar, kendine bağlı Ulusal Muhafız Birliği kuracak kadar orduya güvenmeyen Putin’in sokak muhalefetinin önünü kesmek için başvurduğu diğer toplum mühendisliği önlemlerine de göz atıyor ki bunların bir kısmı bize tanıdık geliyor.
Kitapta tır şoförlerinin ekonomik nedenlerle başlayan protestolarının hızla radikalleşip politik taleplere yönelmesini anlatan olay kudretli iktidarların aslında ne kadar kırılgan bir zeminde durduğunu gösteriyor.
Vergi artışına karşı yollarda oluşan “salyangoz konvoyları” sopayla karşılaşsa da başına gelebilecekleri öngören hükümet bir yandan da kısmi geri adımlar atar. Fakat sokaktan birkaç aylık geri çekilme bu kez toplumun kimi kamusal haklarını da içeren bir yanardağ püskürmesi halinde yeniden görünür.
Ekonomik talepler sosyoekonomik taleplere bürünürken tır sürücüleri “Unutma Rotenberg, levye koltuğun altında” pankartı ile radikalleşmenin, “Oligarkları değil, ailemizi beslemek istiyoruz” pankartı ile siyasallaşmanın haberini veren selektörü yakarak sol şeride geçer. Siyasi partilere güvensizlikleri nedeniyle o güne kadar suya, sabuna dokunmadan yaşayan tır sürücüleri, kendilerine sivil itaatsizlik üzerine konferans vermeye gelen liberal bir aydınla Gandhi’nin protesto taktiklerini tartışan, Martin Luther King’in otobüs boykotu ile ilgili sorular soran taktisyenlere dönüşür.
İki yıllık mücadelenin sonunda yarım milyonu aşkın tır şoförünün katıldığı tüm Rusya grevi de, “Hükümet istifa” çağrısı da böyle bir süreçte mayalanır, bağımsız çalışanlar olan şoförler 1 Mayıs mitinginde siyasal taleplerle boy gösterir. Vergi artışı tır sürücülerinin örgütlenmesine, mücadele etmesine giderek politize olmasına neden olur.
Ancak politizasyon bir anda ortaya çıkmaz, birleştirici bir talep etrafında örgütlenen kitlenin mücadelesi içinde demlenir. Crowley’de ekonomik ve siyasi mücadele arasındaki sınırların bulanıklaştığı anlara dikkat çekerek politik bir hareketin olgunlaşma sürecini, sosyoekonomik protestoların siyasallaşma potansiyelini ortaya koyuyor.
Kitabın sonunda yazar Ukrayna, Beyaz Rusya ve Çin’de yaşanan monokent ve sanayisizleşme sorunlarının yarattığı protesto dalgasını Rusya ile karşılaştırmalı bir bağlamda ele alırken eski sosyalist ülkelerde de benzer sorunların yaşandığı anlaşılıyor.
Yazının tamamı burada.