"Biz kırıldık daha da kırılırız

Ama katil de bilmiyor öldürdüğünü

Hırsız da bilmiyor çaldığını

Biz yeni bir hayatın acemileriyiz

Bütün bildiklerimiz yeniden biçimleniyor

Şiirimiz, aşkımız yeniden,

Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında"

Cemal Süreya

Yangının içinde ışık da var duman da. Yakarken/yıkarken çevreye yaydığı "ışık", ışık değil duman, kapkara bir dumandır. Aydınlığın değil tersine karanlığın yaydığına nasıl ışık denir ki... Yangının görünür kıldığı içinde aydınların, sanatçılarında olduğu 33 Canın, alevlerin karanlığında bile ışık saçtığı gerçeğinin üzerinden tam 30 yıl geçti. Hesabı sorulmamış, sorulamamış tam 30 yıl... Yüreklerin hala yandığı 30 koca yıl.

Candı her biri, insandı her biri. Ya onları yakanlar kim peki, kim olacak kim? Koca, koskoca bir güruh. Madımak otelinin önünde toplanan kalabalığın kara yüzleri, kara elleri kapkara dilleriyle toplanmış bir güruh. Önce harekete geçirildi, kışkırtıldı sonra nerede duracağını görmek istedi "gölgede" duranlar.

İstemeleri halinde Madımak otelinin önüne yığılanlar hemencecik,  saatinde değil dakikasında dağıtılır gereği yapılırdı, biber gazı ziyan etmeden hem de. Biber gazı bir yana kapkara yüzlü güruhun daha fazla gaza gelmeleri için beklendi.

''Gazaları mübarek olsun'' diye, beklendi. Bu ''gaza''da Can yakmak vardı bu ''gaza''da sanatçıları, semah dönen gençleri yakmak vardı. Bilerek ve isteyerek beklediler, hatta 'otelin etrafını saran vatandaşımıza bir şey olmamasına sevinen,' ''çok şükür'' diyen bir başbakan vardı. Onun, ondan önceki nitekim paşanın, ayak izleri duruyor hala, bu izlerin üzerine basarak ilerlemek ne kelime, yeni ayak izleri açıldı, yeni yollar yapıldı, duble yol oldu... Yol deyip geçmemek lazım, bu yollar cennete açılan köprülerle bir diğerine bağlandı. Daha bebeler için kayıtlı kayıtsız binlerce sübyan okulları, kursları açıldı. 6 yaşında çocuklar müritleriyle evlendirildi. Cemaat ve tarikatlar ''eğitim yuvası'' oldu. Yaşam hakkına müdahale üzerine müdahale yapıldı.12 Eylül paşalarının yukarıdan aşağıya yaptıklarını bunlar tabana yaymayı başardı(!) Açlık, yoksulluk, cenneti garantilemenin, sabrın adı oldu. İşçinin grevi yasaklandı, çevre tahribine karşı çıkanların karşısına yeri geldi jandarma yeri geldi polis yeri geldi troller karşı durdu. Hapishaneler doldu taştı.

Adalet, hak mumla aranır oldu.

Daha önce hesabı sorulmamış suçlara yenileri eklendi Suruç, 10 Ekim Ankara Gar Katliamları... 6- 7 Eylül'de, Maraş, Çorum ve Sivas'ta yapılanların benzeri Madımak otelinin önünde yeniden prova edilirken bekleyip güçlerini görmek istedikleri karanlık gücün sergilediği oyun değil artık, öyle içten rollerini sergiliyorlar ki, kim oyuncu kim seyirci belli değildir. Arada bir verilen sufleler de işin raconu olmalı. Rolünü, ezberini unutanlara hatırlatılıyor. Laik bir toplumdan yaşadıklarına layık sorgulamayan itaatkar bir toplum yaratmak isteyenler "şöyle ya da böyle " başarmanın bir yolunu buldular buluyorlar.

Gazeteci yazar Nuray Sancar'ın deyimiyle 2 Temmuz 1993 günü, ''Devletin varlığı suç mahallindeki yokluğunda gizlendi'' Sonrası malum… Aradan geçen bunca yıldan sonra ''devlet'' oldular. Devletin gittikçe solan laiklik rengi yerini kindar ve dindar nesil yetiştirme hülyasına bıraktı. Sosyal ve kültürel alanda da iktidar olmak için çabaları sürüyor. Adım adım bu hülyayı gerçekleştirme yolunda ilerliyorlar. Ancak her şeye rağmen yine de ''soracağız hesabını'' inadı da az şey değil, bu inat var olduğu sürece ister bir köşede gizlensinler ister kapkara bir rejimle gelsinler üstümüze, umut da hep diri kalacak...

Hesap sorulacak...

"Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki"