Filistin meselesi uluslararası siyasetin ve her dönemin yakıcı meselesi olmaktan geri durmuyor.
Yüzyıla yakın bir çözümsüzlük, yıkım ve zulüm politikası Filistin topraklarından eksik olmuyor. Filistin meselesi her dönem şu ya da bu nedenle dünya gündeminin ilk sıralarından düşse de tarihsel bir geçmişe sahip olan bu sorun, Ortadoğu'daki kaotik politik yapının bir sonucu olacak ki dünya gündeminin ilk sıralarını her daim meşgul ediyor.
En son 7 Ekim sabahı İslamî Direnis Hareketi (Hamas) öncülüğünde ki Filistinli güçler, adına "Aksa Operasyonu" dedikleri operasyonda, İsrail sınırını 80 ayrı noktadan delerek İsrail'e bir saldırı gerçekleştirdi.
Bu saldırıda bazı askeri noktalar hedef alınsa da sınırın hemen yanı başında yapılan bir müzik festivaline yapılan saldırıda 260 İsrailli sivil öldürüldü. İslamcı Hamas'ın ve çoğunlukla cihatçı örgütlerin başını çektiği bu operasyon dünya kamuoyunda büyük bir etki yarattı ve sosyal medyaya düşen operasyon görüntüleri Filistin'e destek olan bir çok kişi açısından da tartışılır hale geldi.
Bunun üzerine sosyal medya ve yazılı-görsel medya da Hamas gibi cihatçı yapıların eylem tarzı ve Filistin davası içindeki yeri konusunda farklı görüşler ve eleştiriler gündeme geldi.
Bu görüş ve eleştirilere bakıldığında, Türkiye solunun da müdahil olduğu bu tartışmalar -sol açısından da- Filistin meselesine derinlikli ve bütünlüklü bir bakıştan yoksunluğun ayrıca dışa vurumu olmuştur.
Şunu söylemek gerekir ki Filistin meselesi ne dünün aynı meselesidir ne de bugün geçmişteki dünya aynıdır. Sovyet sosyalizmin çöküşü sonrası var olan iki kutuplu dünya yerini kapitalizmin geçici "zaferine" bırakmış, tüm dünyada olduğu gibi Ortadoğu'da da ABD emperyalizminin çıkarları doğrultusunda şekillenen bir jeopolitik süreç yaşanmıştır. Dolayısıyla Filistin meselesi tarihsel bir mesele olmasının yanında bugünkü emperyalizm ve Ortadoğu gerçekliği içerisinde çok katmanlı ve sürekli güncelliğini koruduğu bir meseledir. Öyle ki bugünkü süreçte Filistin'in kendi içinde bile farklı anlayışlara sahip çok parçalı bir yapı söz konusudur.
Bu açıdan düşünüldüğünde bu meseleye yekpare ve bütünlüklü bir bakış kendi içinde dahi sorunlu bir hale gelmiştir.
Özetle İsrail-Filistin meselesine tarihsel bir bakış bugünü anlamada bize yardımcı olacaktır...
1948 yılında İsrail devletinin ilanından başlayıp 1967'deki 6 gün savaşlarıyla devam eden ve bugüne kadar gelen İsrail işgal politikası; kuşatma, tecrit, sürgün, işkence ve ambargo uygulamalarıyla Filistin halkının tüm demokratik ve insanî itirazlarını kan ve vahşetle boğmuştur.
Filistin toprakları 20. yüzyılın başından itibaren aşamalı olarak İsrail'in işgal ve ilhak politikasının altında ezilmiş ve İsrail devleti emperyalist güçlerin (ABD, AB, İngiltere vb.) bölgede askeri ve istihbarati operasyon gücü olmuştur.
Bu öyle bir güç ki barışçıl olsun olmasın Filistin'den gelen işgal ve sürgün karşıtı tüm itirazları kan ve zulümle boğmaya çalışmaktan başka bir şey yapmamıştır. Şimdi ABD ve Biden'ın bütün gücüyle İsrail'in yanında konumlandığı gerçeği daha iyi anlaşılmaktadır. Bugün bu durumun özelde İsrail ve genelde Nazi soykırımına uğramış Yahudilerin bir nefret objesi olarak anılmasına yol açacak boyutlara ulaşmış olması ise günümüz gerçekliği açısından oldukça trajiktir. Çünkü Yahudileri temsilen varolan İsrail devleti kendilerine yapılan Nazi vahşetinin bir benzerini Filistin halkına yaşatmaktadır. İsrail bugün Filistin'in kendi içindeki bu parçalı yapıdan da faydalanarak Filistin'i tamamen işgal edip yok etmek istemektedir.
Evet bugün Filistin ikiye bölünmüş vaziyettedir. Birinci ve ikinci intifada sonrası (1987-1993 /2000-2005), 2006 yılı itibariyle Filistin'de ikili bir yönetim söz konusudur. Özellikle Gazze'de El-Fetih yönetiminin zayıflaması sonucu yapılan parlamento seçimlerini Hamas kazanmış fakat 2014 yılına kadar Filistin'de seçimler askıya alınmış, bu iki örgüt arasında yapılan müzakereler olumlu olsa da sonrasında bir yol katedilememiş ve müzakereler askıya alınmıştır.
Hamas ile FKÖ arasında şiddetli çatışmalar yaşanmış ve Filistin yönetimi Batı Şeria ve Gazze olarak iki farklı anlayış ve kampa bölünmüştür. Gazze'de radikal İslamcı Hamas örgütü 2006 yılından beri hâkimdir. Batı Şeria'da ise FKÖ'nün kurucularından olan Yaser Arafat'ın ölümünden sonra başa geçen Mahmud Abbas'ın başkanlığındaki El-Fetih hâkimdir. İşte Filistin meselesinde tüm ayrım noktaları ve tarihsel Filistin Direnişi'nin zayıflatılmasındaki temel dayanak noktaları buradadır. 1960'lı yıllar itibariyle dünya kamuoyunda sempatiyle bakılan ve desteklenen Filistin kurtuluş hareketi bugün 3-5 cihatçı örgütün dinci emelleri üzerine kurgulanmış ve özünde bir ulusal kurtuluş mücadelesi olmaktan uzaklaşmıştır. Burada savaşın seyri daha çok din savaşları şekline bürünmüş Filistin ulusal kurtuluş mücadelesi ideolojik anlamda akamete uğramıştır.
FKÖ, El-Fetih, FDHKC ve FHKC'nin uzun yıllara dayanan devrimci birikim ve mücadelesi ise zaman içinde iç kavga ve çatışmalardan kaynaklı zayıflamıştır. Bu noktada George Habaş ve Ebu Ali Mustafa'nın devrimci ruhlarına el Fatiha okunmuştur dersek yanlış söylemiş olmayız.
Bu açıdan 2006 yılından bu yana Hamas ve diğer cihatçı radikal İslami hareketlerin Filistin'de ki hâkimiyetine dikkat çekerken El-Fetih ve FKÖ hareketinin de zayıflamasının kendi içlerindeki hata ve zaafiyetlerinde bir ürünü olduğu gerçeğini gözardı etmemek gerekir. FKÖ Hareketinin zayıflamasında 90'lı yıllardan başlayarak İsrail'e karsı -kimilerince- ılımlı ve tavizkâr bir politika izlemesi, FKÖ'nün çok parçalı yapısı, gerek diğer cihatçı radikal örgütlerin politik çizgisi ve gerekse de sağlanan uluslararası desteğin çeşitli yolsuzluklara konu olması El-Fetih ve FKÖ hareketinin zayıflamasında özellikle rol oynamıştır.
Peki tüm bunların yanında "hür batı dünyası" Filistin meselesine nasıl yaklaşmıştır? Sovyetlerin dağılmasından sonra demokrasi havariliğini elinden bırakmayan ABD ve AB ülkeleri Filistin direnişini dün de bugün de hep mahkum etmekten ve bunun İsrail'in bir "terör sorunu" olduğunu söylemekten hiçbir zaman geri durmamışlardır.
BM Daimi temsilcilik binası önünde dalgalanan Filistin bayrağı bu gerçeği hiçbir zaman gizleyemez. Onlar şimdi, İsrail'in Filistin'de katliam yaparken kâh orantısız şiddet kullanmasından ya da kâh Filistin silahlı güçlerinin İsrailli sivillere saldırılarından bahsediyorlar. Filistin halkının en meşru demokratik hakkı olan yaşama hakkını yok edenler, yıllarca İsrail zulmü ve katliamları altında ezilmiş Filistin halkına daha insancıl eylemler yapmaları ve adil olmaları gerektiğini salık veriyor. Son 10 gündür Afganistan topraklarına atılan bombadan daha fazla bombayı ve kimyasalı Filistin halkının üstüne boca eden İsrail ise onlara göre "orantısız güç" kullanıyor.
Batının "hür demokratları" ise aynı Ukrayna meselesinde olduğu gibi içinde ne kadar da çok "terörist" örgüt barındırdığı ve teröristleri topraklarından saf dışı etmezse başına daha ne kadar çok belaların geleceği konusunda Filistin'e akıl veriyor.
Slovaj Zizek gibi çakma akademisyen ve filozoflar eşliğinde ABD ve Avrupa'nın sözde demokrasi borazanlığını yapmaktan geri durmuyorlar. Bilinmelidir ki sadece Filistin'de değil Ortadoğu'da demokratik ve devrimci bir yaşam için mücadele edenler, emperyalist güçler tarafından böl-parçala-yönet politikasıyla zayıflatılmış yerine dinci/cihatçı örgütler ikame edilmiştir.
Filistin'de ise Hamas'ın başını çektiği bu yapılar her ne kadar Filistin ulusal direnişinin bir parçası olsalar da her zaman kerameti kendinden menkul yapılar olarak var olmuslar ve istihbarat örgütlerinin kullandığı birtakım şebekelerin uzantısı olmaya devam etmişlerdir. Şimdi tabi Gazze'de hastaneler bombalanırken ve Filistin'de bir insanlık dramı yaşanıyor savaş suçları işleniyorken bunlardan bahsetmek doğru değildir fakat daha yeni Hamas'ın siyasi kanat sorumlusu Halid Meşal İsrail'in, Aksa Tufanı operasyonu sırasında uzun süre karşılık vermediğini ve buna kendilerinin de şaşırdığını söylemiştir. İsrail'in havadan GPS sistemi ve uydularla hareket eden uçan kuşu bile takip eden teknolojik ve askeri savunma sistemi varken Hamas ve Filistin güçlerinden böyle bir operasyon yemesi düşündürücüdür.
Bir komplo teorisi olarak değil ama yine de Filistin direniş güçlerinin yaptığı bu operasyon bazı soru işaretlerini de içinde barındırmaktadır. Tabiki bugünkü görünen gerçeklik bu operasyonun Filistin direniş güçlerine büyük moral verdiği ve teknolojik ya da silah üstünlüğünün her şey demek olmadığı olsa da operasyonun askeri ve siyasi sonuçları öyle değildir. Bugün İsrail, askeri gücünü de kullanarak emperyalist güçleri arkasına takmış ve Gazze'yi bombalayarak binlerce sivili katletmistir. Fakat Filistin aynı desteği ne İran, ne Suriye ne de diğer Arap devletlerinden görmüştür. Bununla ilgili daha dün Filistin İslami Cihat Hareketi açıklama yapmış, müslüman Arap devletlerinin ikiyüzlülüğünden ve Filistin'e destek olmayışlarından dem vurmuştur.
Bugün ABD'yi de arkasına alan İsrail'in büyük kara harekatı da artık gündemlerindedir. Böyle bir harekâta girişirler mi bilinmez ama eski bir istihbaratçı olan Mahir Kaynak'ın bir röportajında dediği gibi; bir eylem yarattığı/yaratacağı sonuçlar açısından düşünülmeden yapılıyorsa orada eksik ya da yanlış bir şeyler olduğu konusunda şüpheler barındırır. Dolayısıyla "bir eylem kimin işine yaradığı" boyutu düşünülmeden tartışılamaz.
Nihayetinde başını Hamas'ın çektiği bu operasyon sonrası Filistin, ne uluslararası toplumdan ne de diğer Arap devletlerinden beklenen desteği almamıştır. Batı merkezlerinde ki ve diğer ülkelerdeki protesto gösterileri ise cılızdır ve yeterli değildir.
Her ne kadar son tahlilde öncülüğünü Hamas ya da başka bir İslamcı hareket de yapsa, Filistin Ulusal Direniş Hareketi tarihsel meşruluğundan güç almaktadır ve İsrail siyonizmine karşı bir halkın meşru direniş mevzisi olmayı sürdürmektedir. İsrail siyonizminin ve Netanyahu faşist hükümetinin Filistin'de çoluk çocuk demeden katlettiği, fosfor bombalarıyla yaktığı, hastanelerin bombalandığı bir ortamda "ama onlarda eğlence yeri basıp sivilleri katlediyor" demekte hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Gazze 20 yıla yakındır kuşatma altındayken, Filistin'de yıllardır bir insanlık krizi yaşanıyorken bu tavır en hafif deyimle vicdansızlığın daniskasıdır. Gazze halkı gıda, su, elektrik ve yaşamsal unsurlardan yıllardır yoksun. İsrail bu konularda yapılan en ufak gösteriye ölüm, dayak, hapis ve işkenceyle yanıt vermektedir.
Böyle bir ortamda zulme karşı isyan meşrudur...
Ne biçim altında olursa olsun Filistin direnişi, kendi tarihsel meşruluğundan güç almaktadır. Filistin halkı hiç ayrımsız onurlu bir barışı haketmektedir. Ötesi zaten Filistin'in esareti demektir ve böyle bir yaşam için teslimiyet Filistinliler için başka bir ölüm demektir zaten.
Son söz; 60'lı yıllarda enternasyonalist devrimci duygularla Filistin'e gidip savaşan Denizlere, Mahirlere selam olsun diyelim. O kısacık ömürlerine ne çok şey sığdırmışlar bu güzel insanlar...