“Üretensin yaratansın yürütensin dağları,

bakma öyle kilit kilit, duvar duvar.

Yetsin artık bu susku

bıçak kemikte.

Anasın boynun bükük babasın kolun kırık

oğullar kan içinde.

Kaldır artık başını

«kalsın benim dâvam dîvana kalsın» demiş ozan.

O dîvan sensin artık

bıçak kemikte.”

Hasan Hüseyin Korkmazgil

 "Tehlikenin farkında mısınız?" Bu soruyu çok önceden duymuş/görmüş olmalısınız. 2 Nisan 2006 günü ilk kez Cumhuriyet gazetesi, ablemi altında siyah zemin üzerine yeşil renkli "Tehlikenin farkında mısınız" soru cümlesini tersten yazarak siyasal islamın yükselişine dikkat çekmişti.

Yıllarca bu "tehlikeye" vurgu yaptılar, yapıyorlar. Bundan 10 yıl sonra da Cumhuriyetin aynı temalı reklam filmleri televizyon ekranlarında görüldü.

Tersten ise, 15 Temmuz sonrasında kapatılan Taraf gazetesi de; "Tehlikenin farkında mısınız" manşetiyle çıkarak kendince Cumhuriyet gazetesine gol atmıştı. Manşet aynı dert başkaydı. Ergenekon soruşturması 'çetenin sol kanadı' diye tanımlanan "Türkiye'nin en dokunulmaz gazetecisi" dediği Cumhuriyet yazarı İlhan Selçuk, bugünün Cumhur İttifakı’nın 'dışarıdan ' destekçisi Doğu Perinçek ve İstanbul Üniversitesi rektörü Kemal Alemdaroğlu'nun gözaltına alınması haberinde yapmıştı. "Asıl tehlike onlardı" Ergenekon savcıları ve Taraf için.

Bir zamanlar "dokunan yanar"dı. "Allahın lütfü" 15 Temmuz'da "merek yandı sıçana da bir şey kalmadı. "Taraf da bertaraf oldu. 15 Temmuz "Yeşil tehlikenin" öne çıkanı "Gülen" bertaraf edilirken "bir yolculukta, belli bir yol alıştan sonra dinlenmek için durulan, daha önce belirlenmiş olan yer" manasındaki "menzil" ve benzerlerle yenilen "akit"ler yapıldı. "Tehlikenin farkında mısınız?"

"Tehlike" bir süreç olarak devam ediyor Cumhuriyete göre. Sadece Cumhuriyet gazetesine göre mi acaba? Laikliğin elden gittiği kaygısını güden seküler çevreler de sık sık, "tehlikenin farkında mısınız " sorusu ile karanlığa dikkat çekmeye devam ediyor. Siyasal islamın yükselişi karşısında tedirgin olan geniş bir kesim olduğu doğru. Daha çok da tehlikenin farkında olmayan geniş bir kesim de var ne yazık ki.

Kadınlara mahsus plaĵlar, şunlar bunlar derken yol döşeniyor.

Eğitim bakanı, "kız okullarından" sözü açıyor, okullara imamlar "rehber" olarak görevlendiriliyor. 4+4+4=4  bile yapmıyormuş meğer, iyi kötü var olan laik ve bilimsel eğitim yerine Ensar Vakfı gibi dini referans aldığını söyleyen kurumlarla protokol yapılıyor, seçmeli dersler adı altında okullara kuran kursu muamelesi yapılıyor.

Üniversiteler ah, üniversiteler, "ilim yayma cemiyeti " derekesine düşürülmüş üniversiteler... Nereden nereye?

"Sizlere selam olsun üniversiteler!

Öğretmenleri alınmış kürsüler,

Öğretmenler

Sizlere selam olsun

Hürriyeti yazan eller, dizen eller"

(Enver Gökçe)

Direnen Boğaziçi Üniversitesine selam olsun...

Bir tarikat/cemaat lideri 6 yaşındaki kızını müridine nikahlıyor. Bir başka vekil 15 yaşındaki kız çocuklarının "nikahlanabilir " olmasını arzu ediyor.

Tarikat lideri, şeyh vefat edince devletin hava yolu şirketi defalarca ek seferler düzenleyerek "mürit vatandaşa taziyede kolaylık" sağlamak görevini (!) yerine getiriyor. "Tehlikenin farkında mısınız?"

Bir fotoğraf sosyal medyada zaman zaman paylaşılıyor. Yemenli fotoğraf sanatçısı Boushra Almutawakel'in tablosu. Bu tabloyu ilginç kılan ise sanatçının Arap olmasıdır herhalde. Büşra Almutawakel, müslüman kadınların kıyafet ile nasıl bir cendereye alındıklarını çok çarpıcı bir şekilde ortaya koymuştur.

FB_IMG_1689331956629

Tablonun adı: Kadın ve Yok Oluş.

Kıyafet deyip geçilecek bir şey olmadığını gözlerimizin içine içine sokan bu tabloda herkes aynı şeyi görmüyor elbette. Bu fotoğrafın sosyal medyada paylaşılması üzerine yapılan yorumlara bir göz atın bakın neler göreceksiniz!

Bir aklı evvel, "Türkan Saylan'ın çocukları" diye yazarak hakaret ettiğini bile düşünmüş.

Fotoğraf kareleri soldan sağa ilerlerken en masumu eşarp/türban ile başlayan kara çarşafla süren bir karanlık tehlikeye işaret ederken kadının yok oluşunu görüyoruz. Sadece kadın değil çocuk değil oyuncak bebekte aynı karanlığın içine hapsolmuş.

"Kalsın benim dâvam dîvana kalsın" demiş bir büyük ozan, başka bir ozan da; "O dîvan sensin artık" uyarısında bulunmuş.

"Tehlikenin farkında mısınız?" başlığı altında, "Bu sürdürülemez zeminde zaman kötüden daha kötü bir yere doğru hızlanıyor"... Tespitini yapan Engin Yıldızoğlu'na kulak verelim:

"Rejim, iktidarını koruyabilmek için, baskıyı artıracak; fiziki, hukuki baskıyı artırırken toplumun öfkesini, mutsuzluğunu kontrol edebilmek için “dine dayalı rejimini” medyada, eğitim sisteminde ve mahallede, yerel düzeyde daha bir kararlılıkla dayatacak, “kültür savaşlarını” hızlandıracak."

Seyirci olmayan, olmamak gerektiğini söyleyen tehlikenin farkında olanlar, bıçağın kemiğe dayandığını görüp bilenler "Yetsin artık bu susku" demek için dayatmalara karşı neler yapıp yapamayacağı gidişatı belirleyecek gibi...