“Şimdi sessiz duruyoruz kıyısında bir düşüncenin unutmamak için.

Çünkü unutuşun kolay ülkesindeyiz”

 Onat Kutlar

Unutmak insana özgü. Unutmamak da öyle. Gördüğümüz, duyduğumuz, öğrendiğimiz dünya kadar bilgi var. Hafızamızın süzgecinden geçen bunca bilginin bir çoğunun 'geri dönüşüm kutusu'na gittiği, gitmesinin normal ve gerekli olduğunu söylemeye gerek yok.

"Unutmayacağız!" dediğimiz nice günü, anı veya olayı unutmanın mahcubiyetini de yaşar olduk. Hemen her gün yeni bir olay, yeni bir haber keşmekeşinde unutmanın sıradan bir şeye dönüştüğünü kanıksadık.

Tarihe mal olmuş/olacak büyüklükteki olayların bile unutulması veya yeni kuşaklar tarafından bilinmemesi, "Unutuluşun kolay ülkesinde" olmaktan dolayı bize özgü olabilir mi? Yoksa koca bir çağın  sorunu mu? Bilmiyorum.

Kapkara günlerle anılan 12 Eylül'den söz etmek istiyorum bugün. Üç 12 Eylül var birbiriyle bağlantılı.

İlki 12 Eylül 1980.

Türkiye’de askeri darbe yapıldığı gün. Yukarıdan aşağıya Faşist Diktatörlüğün tahkim edilmesinin unutulmaması gerekiyor. Yeni kuşaklara bu kapkara günün anlatılması şart.

Baskıcı rejimleri ifade eden Faşizm, isim babası olma utancını ilk önce İtalyanlara yaşattı. Sonra bir çok ülke bu kötülükle  tanıştı. Almanların Nasyonal Sosyalizmi ile taçlandı. İtalyası, İspanyası, Almanyası bu beladan ağır bedeller ödeyerek kurtulsa da hala gün yüzü görmemiş ülkeler, halklar var. Kimisinin de kapısında fırsat kolluyor. Vatan-Bayrak-Devlet söylemi nerede ne kadar çok dillendiriliyorsa nerede daha çok her şeye meze yapılıyorsa orada Faşizmin bir tehlike olarak sinsice pusuya yattığını biliyoruz.

Faşizmin en doğru tanımını Komünistler yapmıştır. Keza ona karşı mücadelede tek ve tutarlı politika güden siyasal akım Devrimci işçi ve Komünist Partileri olmuştur hep. Başta İşçi sınıfı olmak üzere tüm toplumu cendereye alan Faşizmi anlamak için Uluslararası işçi hareketinin önderlerinden Georgi Dimitrov'un "Faşizme Karşı Birleşik Cephe" broşürünü dönüp dönüp okumak da şart olsa gerek. Meraklısı için Dimitrov’ un konuyu kavramsallaştırması Komünist külliyatta yerini korumaktadır.

Biz Türk Dil Kurumunun tarifine bakalım: "Demokratik düzen yerine aşırı, çarpıtılmış Ulusçuluğa dayanan bir baskı düzeni kurmayı amaçlayan Öğreti."

Sözlükte yazmasa da Faşizm, Emperyalizm ( Tekelci Kapitalizm ) çağına özgüdür.

12 Eylül 1980 Darbesinde; Resmî rakamlara göre 650.000 kişi gözaltına alındı, 230.000 kişi askerî mahkemelerce yargılandı, cezaevlerinde ise işkence sonucu 171 kişi olmak üzere yaklaşık 300 kişi öldü, 48 kişi idam edildi, 1.683.000 kişi ise fişlendi.

Bana göre unutulmaması gereken ikinci 12 Eylül 1994 tarihidir. O gün sayısız Devrimciye reva görülen katliam politikaları bir kez daha işletildi. Kenan Bilgin Ankara’da gözaltında kaybedildi. Bu kaybetmenin 12 Eylül gününe denk gelmesi sadece bir tesadüf mü? Yoksa tarihin bir cilvesi midir? Bilemiyoruz ama darbenin üzerinden geçen 14 yıla rağmen 1980 de başlayan sürecin devamını simgeliyor.

Türkiye'de toplam kaç kişinin zorla kaybedildiğine ilişkin kesin ve net bir bilgi ortada yok. Ancak İnsan hakları kuruluşlarının tespit edebildiği verilere göre; 12 Eylül 1980 darbesinden bugüne toplam zorla kaybedilen kişi sayısı 1350'den fazladır. Ece Ayhan'ın dizesindeki ifadeyle "Devlet dersinde öldürülmüştür."  Kenan Bilgin ve diğer zorla kaybedilenler.

Sadece evinde veya kamuya açık yerlerde tanıklara rağmen 1994 yılında 532 insan kaybedilmiştir.

Deniz Gezmiş'in sözüyle, "Faşizmin eline bir kere düşmeyeceksin."

12 Eylül rejiminde işkence sistematik olarak uygulanırken zorla kaybettirmeler de sistematik bir halka olarak uygulandı. Elbette bunun da bir evveli vardır Sabahattin Ali'nin öldürülmesi sonrasında cesedinin ortadan kaybedilmesi de ilk değildir. Faşizmi aratmayan baskıcı gerici dönemlerde, "Devlet dersinde öldürülmüş", idam edilmiş "asiler" ve "şakiler" den sonra 1981 de idam edilen "anarşist" dedikleri devrimci Veysel Güney'in mezarı da kayıp...

Gözaltında kaybedilen yakınlarını ve Faili meçhul siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerini arayanlardan oluşan bir topluluk olan Cumartesi Anneleri/İnsanları her hafta 27 Mayıs 1995'ten beri oturma eylemi yapıyorlardı, şimdilerde ise haftalardır engelleniyorlar.

"Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir."

 Anayasa ve yasaların açık hükmüne rağmen 963. haftada da Galatasaray meydanına çıkmaları engellendi.

Kaybedilenlerin akıbetini sormanın, beri yanda hesap vermemenin de haricinde sokağa çıkarak demokrasi mücadelesi veriyor Cumartesi Anneleri/İnsanları...

Unutulmaması gereken üçüncü 12 Eylül ise; 2010 yılında yapılan Anayasa referandumu’dur.

Bu tarihin seçilmesi tesadüf değildir bilerek bu güne denk getirilmiştir.

"12 Eylül generallerini yargılama" gibi bir takım yanılsamaları içinde barındıran bu tarihin de hep akılda tutulması gerekiyor. Çünkü bugün, Faşizmin tabana yayılması için atılmış bir adımın, Tek Adam Yönetiminin başlangıç günüdür. Demokrasi düşmanları açıkça "Evet "cephesindeyken "Yetmez ama evet" diyen ‘İyi niyetçiler’ cehenneme giden yolların taşlarını diziyorlardı.

İnsan olmak ve kalmak için, unutmamak yetmez, birleşik mücadeleyi örmek ve gereğini yapmak da bir görevdir... Keza, "Güzel şeylere hasrettir memleketim,/Güzel şeylere hasret bu dünya. " (Enver Gökçe, Memleketimin Şarkıları)

Bu hasret; Emek ve Demokrasi mücadelesi verenlerindir. Bu hasret bizim!