Çevremizde hemen herkesin duyduğu genel geçer söylemler vardır. Çoğu zaman bu söylemleri sorgulamaz, eleştirilecek bir taraf bulamaz ya da bulsak bile en iyi ihtimalle önemsemeden geçiştiririz.

Genel kabule yakın söylemler üzerinde çokça düşünülmediği gibi bu söylemler dilde her gün kullanılır hale gelir ve sıradanlaşarak gündelik hayatta sığ ve yüzeysel bir "fikir kakafonisine" dönüşür.

Özellikle seçim öncesi sokak röportajlarında karşılaştığımız bu durum ülkedeki genel siyasi bilincin bir tezahürüdür. Örneğin mikrofonu tutan kişi sokaktan geçen bir vatandaşa soru sorar ve aldığı cevaptan anlarız ki bilgiden yoksun apolitik bir cevaptır verilen cevap. Çokça görmüştük;

"Önceden tüp, yağ kuyruğu vardı", "yol yaptı köprü yaptı", "ekonomik kriz mi var, her yer insan dolu" gibi söylemler böyle durumlara örnek gösterilebilir. Sanırım sosyalistlerin politik alandaki çalışmalarının önündeki en büyük engellerden biri de bu söylemlerde açığa çıkan yüzeysellik hâlidir.

İnandırıcı ve sabırlı bir politik çalışmayla bile aşılabilir bir durum olmayan bu durum aslında tümüyle eğitim sorunu gibi görünse de burjuva sağ popülist siyasetlerin halk nezdinde hiç bir inandırıcılığının kalmamasından ileri gelir.

Burada, '’kurunun yanında yaşta yanar" misali işçi sınıfının politik örgütlü bir partisinin olmadığı koşullarda sosyalistler, düzen partilerinin halkta yarattığı "izlenimin" dışına çıkamazlar ve yaygın olan apolitik söylemler genel bir politik biçim alır. Toplumda apolitik bilinci besleyen bilinç düzeyi, eğitim seviyesi, kültür ve inanç gibi çeşitli faktörler bu izlenimi her zaman beslemiştir.

Genel olarak eleştirel aklın olmadığı geri bıraktırılmış bizim gibi ülkelerde kültürel yapılar, dini inanç ve benzeri faktörler (hayat tarzı, muhazakarlık, gelenek, aile vb) politik bilincin gelişmesinde frenleyici rol üstlenebilirler. Böyle durumlarda kişiler bilgiye ve akla dayalı bir tutum takınmaz, ağırlıklı olarak önceki nesillerin gelenek ve değerlerinin ağır bastığı bir anlayışla hareket ederler. Eleştirel aklın olmadığı yerde ise bir çeşit  "tarafgirlik" hakimdir.

K. Marks bu durumu, "Bütün ölmüş kuşakların geleneği, büyük bir ağırlıkla, yaşayanların beyinleri üzerine bir kabus gibi çöker" diyerek özetlenmiştir.

Bizim gibi ülkelerde halk kitleleri gerçek politik saiklerden uzak tutum takınmaya çok daha yatkındır. Üstelik bu durum, pratik bir gerçek olarak Türkiye'deki tüm siyasal islamcı burjuva siyasetin kodlarına yerleşmiştir. Zaten bu noktada AKP iktidarının dayandığı zeminin aslında böyle bir zemine tekabül ettiğini de bilhassa belirtmeden geçmeyelim. Yaygınlaştırılan apolitik söylemin siyasal islamcılıkla birleştiğinde kitleler nezdinde çok daha manipülatif ve yıkıcı olabileceğini 21 yıllık AKP iktidarında defalarca gördük.

Özgür aklın ve eleştirinin olmadığı yerde ise önermesi yanlış olan bir siyasal düzlemin siyasi sonuçlarının da doğru olmasını beklemek safdillik olacaktır...

APOLİTİZMİN KÖKENLERİ

Apolitizm kelimenin geniş anlamıyla tüm siyasi bağlantılara ve düşüncelere karşı bir kayıtsızlık durumudur. Siyasi tutum, içerik ve önyargı olmaksızın politik olarak nötr tutum takınmak diye de tanımlanabilir.

"Politika" kavramı bugünkü anlamıyla batıda Yunanca'dan literatüre geçmiştir ve eski Yunandaki "site" "şehir" (polis)  kavramıyla akrabalık taşır. Kavramın devlet ya da yönetimle ilişkilendirilmesinin kökeninde böyle bir tarihsellik yatar.

İnsanlık tarihinin gelişimi esas alındığında tüm dönüm noktalarında politik tutum alışlar geçerlidir. Yani tarihte devindirici güç apolitizm ya da siyasal alandan kaçınmak değil politik anlamda "tarafgir olmak" ve hatta bunda ısrarcı olmaktır. Buradaki sorun "tarafgir" tutum takınan kitlelerin apolitik saiklerden beslenmesi ve karar alıcılar (iktidar) üzerinde etkili olmasının yarattığı sonuçlardır. Bu açıdan apolitiklik ya da tersi durum, praksise (uygulamaya) ilişkin kavramlardır.

Tarihte apolitizm olarak niteleyebileceğimiz ilk örneğe M.Ö Antik Yunan'da rastlanır. Bir çeşit acıdan kaçınma, içsel huzur ve hazcılık olarak da adlandırılan Epikürcülük, "Basit fakat huzurlu bir hayat" anlayışını esas alıyordu. Epikürcü felsefe, deneysel ve gözlemsel bilgiyi kabul edip felsefesinin merkezine mutluluk anlayışını yerleştirir ve insanın korkularından (dinsel) sıyrılıp acı ve üzüntüden uzaklaştıkça mutluluğa erişebileceğini ve bunun duyular yoluyla algılanabileceğini, hurafelere inanılmaması gerektiğini söyler. Bu açıdan bir fıçıda yaşamayı kabul eden ve Büyük İskender'e atıfla söylenen  "gölge etme ihsan istemez" diyen Diyojen'in Stoacılığıyla düşünsel bir yakınlık da içerir.

Epikür'ün savundukları düşünceler bugünden bakıldığında saf materyalizmi temsil ediyordu ve batıl inanç ve dinsel dogmalara karşıydı. Bunun nedeni Epikür'ün düşüncelerini oluştururken aklı ve duyuları esas alması ve dinsel önyargıları değil erdemli bir birey olmayı önermesidir...

Türkiye'de ise apolitizmin esas olarak ideolojik kökenleri mevcuttur. 2. Dünya savaşı sonrası Türkiye'nin içerisine girdiği konjoktürel durum, ABD ve NATO'cu siyasal çizgi, askeri darbeler ve günümüze kadar gelen vesayet rejiminin yarattığı güdük bir temsili demokrasi anlayışı böyle bir apolitik popüler kültürün de oluşmasına sebep olmuştur. Bunun en büyük nedeni siyasal düşünceler ya da ideolojiler arasındaki farkın halk nezdinde "silikleşmesi"dir.

Siyasal partilerin, örgütlerin ya da oluşumların söylemde farklı görünseler de uygulamada birbirine çok benzer bir anlayışa sahip olmaları, onlar arasındaki siyasal ve ideolojik farklılıkların yok olmasına ve egemen sınıfın veya çıkar çevrelerinin etkisi altına girmelerine sebep olmuştur. Bunda, küresel kapitalizmin gelişiminin ve reel sosyalizmin çöküşünün de büyük etkileri vardır. Zira, "ideolojiler ölmüş, tarihin sonu gelmiş ve sınıflar tarihe karışmıştır" ¹

APOLİTİZMİN POPÜLER KÜLTÜRLE BAĞI

Türkiye'de bu anlayışın siyasal tezahürü; "nasıl olsa oy vereceğim değişmeyecek", "biz yine iktidarı destekleyelim", "kime oy vereceğiz, adam mı var" gibi bilinçli ve yaygın bir örgütsüzlük haliyle beraber -bu anlayış sağcı ve statükocu bir anlayışı da her zaman beslemiştir- hep varolagelmistir.

Öyle ki Türkiye'de demokratik zeminde de olsa sokakta gelişebilecek her türlü hak arama mücadelesi vatan hainliği, terörizm, anarşi veya devlet düşmanlığı olarak yaftalanmaktadır. Halkın karşısına sözde alternatifler konularak bunlar arasında seçim yapmaları istenmekte, şu ya da bu burjuva partisine oy devşiren bir siyasal sistemi halka demokrasi diye yutturmaktadırlar. Bu açıdan apolitizmin "popüler kültürle" dolaylı bir ilişkisi vardır. Halkın gerçek sorunlarına yabancılaşmasının ön koşulu siyasal sorunlara duyarsızlık ve hiçbir şeyin değişmeyeceğine olan "inanç" ve bunun egemen kültür ile dolayımlı bir bağlantısı "popüler kültür" sayesinde olmaktadır.

Kökenine baktığımızda sanayileşmeyle birlikte ortaya çıkmış bu kavram, 1960'lı yıllarda Amerika'da sistematize edilmiştir ve Amerikan kültür endüstrisinin tüm dünyada yaygınlaştırılması amacı taşır. Küreselleşmeyle birlikte hızlı üretim ve tüketim anlayışının yaygınlaştırılması ve medya iletişim araçlarının toplum üzerindeki etkisi yaygın bir "kitle kültürünü" beslemiştir. Yaygınlaştırılan bu kitle kültürünün toplum tarafından en fazla tüketileni ise popüler kültür formlarını ifade eder. Örnek verecek olursak; dizi ve filmlerde insanlara sunulan yaşam tarzı kitle kültürüne bir örnektir.

- örneğin sevgiler günü veya günümüzdeki hip hop müziği vb-

Fakat özellikle 80'lerden sonraki arabesk furyası popüler kültüre iyi bir örnektir.

Bazı yazarlara göre bir yanılsama da olsa popüler kültür halk tarafından egemen ideolojiye karşı üretilir ve eleştirel nitelik taşır, kitle kültürü ise belirli bir grup tarafından halk için üretilir. Her iki durumda da Antonio Gramsci'nin de bahsettiği "kültürel hegemonya kavramı"² bu iki kavram vasıtasıyla desteklenmektedir. Çünkü egemen sınıflar medya iletişim araçlarını kullanarak kendi ideolojik egemenliğini yaygınlaştırmakta ve geliştirmektedir...

Son tahlilde toplumların tarihi sınıflar mücadelesi tarihidir ve egemen sınıflar her çağda kendi çıkarlarını tüm toplumun çıkarıymış gibi yansıtırlar. Bunun için yeri gelir egemen popüler kültürü kullanır, yeri gelir sınıfsal farklılıkları görmezden gelerek 'aynı gemideyiz' derler, yeri gelir din ve milliyetçiliği kullanarak halkın duygularını sömürürler. Bunların hepsi ülkemizde de görülen apolitizm ya da popüler kültürün değişik şekillerde tezahürüdür.

Bunun en bariz örneği, 12 Eylül öncesinde Türkiye'de egemen sınıflara karşı gelişen devrimci halk muhalefetine karşı NATO ve ABD beslemesi paramiliter yapıları ve onların katliamlarını görmezden gelip tüm yaşananları "sağ-sol çatışması" olarak nitelemek olmuştur. Şu an bile böyle bir çatışma ortamı olmamasına rağmen en son seçimler öncesinde görüldü ki Tek Adam Rejimi'ne halkın tepkisinin düzen içi kanallara ve sandığa endekslenmesi için ellerinden ne geliyorsa yaptılar. Sosyal demokratından liberaline, islamcısından, ulusalcısına koro halinde sokaktan öcü gibi korkmalarını ve papağan gibi aynı şeyleri tekrarlamalarını başka neyle açıklayabiliriz?

Egemenler sorunların gerçek boyutlarının tartışılmasını hiçbir zaman istemezler. Çünkü sorunların gerçek boyutlarının tartışılması demek "neden" sorusunu gerektirir. Bu soruyu sormak ise sınıfsal sömürüyü tüm yönleriyle ortaya çıkaracaktır.

Popüler kültür ve apolitizm bu açıdan tarih boyunca halkın politikleşmesinin önüne geçilmesinde kullanışlı birer aparat olmuştur. Popüler kültürün, apolitizmin, yüzeysellik ve vasatlığın her gün yaşamı kuşattığı bugünlerde sorunların çözümünün her konuyu derinlemesine analiz etmek, bunların nedenlerini ortaya çıkarmak ve siyasal dersler çıkarmak olduğunu bir an bile unutmamalıyız.

Son seçimler vasıtasıyla ülkede yaygın bir inançsızlık ve güvensizlik ortamı söz konusu olmuştur. Değişime olan inancın kırıldığı bu günlerde toplumda yaygın bir umutsuzluk ve mutsuzluk hali hakimdir. Yüzde elliye yakın bir muhalefet bloku AKP rejiminin ideolojik ve hegemonik gücünü kırmayı başaramadı. Bunda muhalefet blokunun beceriksizliği bir yana rejim tarafından beslenen sistematik bir apolitizmin tüm toplumu teslim almasının da payı vardır. Nasıl olsa muhalefet iktidara geldiğinde onların bahsettiği gibi ülkede hiçbir şey değişmeyecek, ülkeyi üç beş mafya şirkete ihale edip sonsuza kadar mutlu yaşayacaklardır!

Bundan dolayıdır ki bugünkü gerici rejime karşı kitlesel devrimci bir siyasal mücadele verilmeden bu egemen kültürün esiri olmuş köhnemiş apolitik zihniyetlerden kurtulmak sözkonusu olamayacaktır...

Dipnotlar:

¹ Tarihin Sonu, Francis Fukuyama bu kitabında ABD-SSCB arasındaki Soğuk Savaş sonrası 'yeni dünya düzenini' tanımlarken sınıf savaşımının ve ideolojilerin son bulduğu ve liberalizmin zaferini ilan ettiğini savunmuştu.

² Kültürel Hegemonya kavramını açıklarken Gramsci, politika ve iradeyi ön plana çıkarırken, hegemonyanın toplumsal meşruluk sorunu halledildikten sonra kurulduğunu söyler.