“İnsanları doğru ve yüksek düşünceler yönetmiyor. Dünyaya felaketleri bile mutluluk diye adlandıran kötüler hâkimdir.”

Tommaso Campanella, Güneş Ülkesi

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu Başkanlığı işçileri bilgilendirmek amacıyla, " 40 Soruda İş Kanununda Ücret El kitabı" yayınlamış. Sorular kısa olduğu kadar yanıtlar da kısa ve net. İlk soru ücreti tanımlamış. Ücretin ne olup olmadığını şimdilik bir kenara koyalım. İkinci soru malum aralık ayının en önemli gündemi asgari ücret. İşçilerin ne kadarı bu el kitabını gördü, okudu bilmiyorum. Ancak İnternet'te bu kaynağa ulaşmak mümkün.

“ASGARİ ÜCRET NEDİR?"

"İşçilere normal bir çalışma günü karşılığı ödenen ve işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını günün fiyatları üzerinden asgari düzeyde karşılamaya yetecek ücrete asgari ücret denilmektedir."

Asgari ücretin ne kadar olduğunu belirleyenler, Tommaso Campanella'nın Güneş Ülkesi'ndeki kötüler olmalı ki bizde bugün itibariyle 1402 TL'dir. Tanım içindeki "günün fiyatları üzerinden" kısmının altını kalınca çizmek gerek. Günün fiyatları yerinde durmuyor, ibre devamlı olarak yukarıya doğru. Bir zincir marketin sloganı "aldın aldın" yoksa kaba tabirle yarın nah alırsın demek olduğu için, zam üstüne zam yapıldığı için günün fiyatı gerçek manada sadece içinde bulunduğumuz günü hatta anı ifade ediyor sadece. Malların fiyatları günlük değişirken ücretler öyle mi peki!

Bu günlerde asgari ücret şu kadar olsun bu kadar olsun gibi rakam belirlemek çok kısa bir süre sonra boşa düşeceksin demek olduğu için ilgili kurumlar/sendikalar, siyasi partiler vs. geçmişte olduğu gibi rakamlar veremiyor haklı olarak. Bugün görece yüksek telaffuz edilen bir rakam bile bu hayat pahalılığı koşullarında çok komik kalabilir. Ondan dolayı bizzat Çalışma Bakanlığının tarifi içinde olduğu gibi günün fiyatları üzerinden en az yoksulluk sınırı düzeyinde bir ücret ancak günü kurtarabilir. "Yarın Allah Kerim " nasılsa.

Asgari ücret içinde işçi, işveren ve hükümetin temsilcilerinin bir kaç oturumunda veya hakem kurulunda belirleniyor. Önümüzdeki Mart'ta yerel seçimler olduğundan son noktayı Cumhurbaşkanı koyacak beklentisi de bir kenarda dursun.(Yapmadığı iş değil "babalık" yapmakta üstüne yok. Demirel'in adı baba'ya çıkmıştı oysa. Popülist söylemde Demirel'in pabucu epey zamandır damda. Konuyu dağıtma pahasına aklıma gelen Erzurum beddualarından bir ikisi şöyle; " Baba boğazan çıha", "baba vura", "baba yiyesen".

Babadan kasıt neyse artık. Bu meselede de değişen bir şey olmayacak gibi "göreceğiz babayı" nihayetinde.

Komisyonda çoğunluk olan işçiler değildir. İşçilerin temsilcisinin de ne kadar işçileri temsil ettiği de ayrı bir konu. Asgari ücretin tanımında söylenen gıda dışındakileri bir kenara koyduktan sonra geriye kalan sadece beslenmek için harcanan miktara açlık sınırı deniyor.

"Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 14.025 TL’ye" dayanmış olduğunu bize araştırıp söyleyen "Asgari ücret tespit komisyonu içerisindeki TÜRK-İŞ yani işçi "tarafı".  Rakam ortada. Sadece bu parayla beslenebilir asgari ücretli.

Gerisi nasıl olacak peki?

"Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 45.686,81 TL’ye, ulaştığına göre asgari ücretin yoksulluk sınırında belirlenmesi durumunda bile Güneş Ülkesi'ndeki "hakim" olan "kötüler " yoksa eğer bu rakamın altındakini işçilere reva görenleri hangi sıfatla tanımlayacağız.

Türk-İş masaya rakam yani teklif getirmediğini söylüyor haliyle müzakere edilecek olan patronlarının veya devletin rakamı olacaktır ki, bu da olsa olsa açlık sınırının biraz üzerinde olacaktır. O da, yerel seçimlerinin yüzü suyu hürmetine. Ucuz üretim, ucuz iş gücü, rekabet işverenlerin ödeme gücü ve benzeri bahanelerle işçiler için cehennem, patronlar için cennet anlamına gelmektedir.

"Asgari ücret uygulamada verilebilecek en düşük ücreti ifade etmektedir. "Bu cümleyi de asgari ücretin "resmi" tanımı içerisinden aldım. Öyle cımbızla çekilip alınan bir cümle değildir. Gayet net ve açık bir ifade. Uygulamada verilen hangisi peki, açlık sınırındaki ücreti mi yoksa Çalışma Bakanlığının tanımına göre yoksulluk sınırına denk gelen asgari ücret mi? Çalışma Bakanlığı el kitabındaki tanım değişmediğine göre uygulamada sadece gıda harcamaları asgari ücreti belirliyor.

Hal böyle olunca bu memleketin yarısından fazlası yoksulluğun değil açlığın pençesinde, emeklilerin ise vay haline. 7500 lira emekli aylığına yüzde yüz artış yapılsa ne olur sanki. Hangi derde derman olur bu rakam.

Sürekli yükselen pahalılık karşısında ücret ve maaşlara bakınca ortada karşılığı ödenmeyen bir emek var demektir. Dolayısıyla orada devasa bir sömürü var demektir. Eğer sömürü varsa sınıflar da var demektir. Bu sınıflardan biri olan burjuvazi zenginliğine zenginlik katarken diğer sınıf proletarya ve onun bileşenleri genelleştirerek söylersek emekçiler, başka bir ifadeyle halk gittikçe yoksullaşıyor. Mal fiyatları bu kadar artarken mal ve hizmet üretenler gittikçe ve hızla yoksullaşırken nasıl oluyor da yer yerinden oynamıyor sorusu da öylece havada duruyor.

************************************************

İşten Kaçınmaya Karşı Şiddet! Şiddete İsyan

21 Aralık Perşembe günü Halk TV 'de İsmail Küçükkaya BİRTEK -SEN üyesi iki işçiyi ve sendika genel başkanı Mehmet Türkmen'i konuk etti. Mehmet Türkmen'in "işten kaçınma" dediği eyleme 5 yıllık Özak Tekstil işçisi Funda Bakış mücadele, eylem, direniş sözcükleri yerine bir kaç kez "ayaklanma" ifadesini kullandı. Buradaki kastı sadece hak alma, sendika seçme/ değiştirme özgürlüğünü kullanmalarına engel olan Özak Tekstil patronlarına fabrika önünde seslerini duyurmak ve işten atmaların son bulması, atılan işçilerin işe geri alınmasından başka bir şey değildir. Belki de işyerinde köle gibi çalıştırılmaya, mobbinge, düşük ücrete( asgari ücretin sadece 500 TL fazlası), sarı sendikaya bir isyan manasında ayaklanma sözcüğünü bilerek dillendirdi.

Özak Tekstil işçilerinin tutumu jandarma ve polis şiddetine rağmen mücadelede ısrardır sadece. Görünen odur ki; işçi ve emekçilere açlık ve yoksulluğu reva görenler o "yanlış" kullanılan ifadenin gerçek olmasından , ödlerinin kopmasından doğal bir şey yoktur. Ondandır önce bir kadın işçinin tazminatsız iş akdinin sona erdirilmesine 400 civarındaki işçinin ortak tavır almasını bir isyan bir ayaklanma olarak algılaması. Korkunun ecele faydası olmadığı bilinir söylenir.

Güneş Ülkesi bir ütopya olmaktan çıkacak o sakıncalı kelime doğru yer ve zamanda hep bir ağızdan söylendiği vakit. O gün geldiğinde asgari değil İnsanca yaşam gerçek olacak...