Bundan tam 8 yıl önce 20 Temmuz 2015'te Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinde siyasi tarihimizin en vahşi katliamlarından biri gerçekleşti. Bu katliamda 33 kişi yaşamını yitirdi 104 kişi yaralandı. Katliamcı bir intihar bombacısı ve Adıyaman Üniversitesi Makine Mühendisliği öğrencisiydi. Amara Kültür Merkezi bahçesinde gerçekleştirilen basın açıklaması sırasında Şeyh Abdurrahman Alagöz isimli intihar bombacısı üzerindeki bombayı patlatarak 33 gencimizin ölümüne yol açtı.

Peki bu katliamda yaşamını yitiren 33 düş yolcusu gencimiz hangi çıkarlar ya da hesaplar adına katledildi. Biz biliyoruz ama katliamın arkasındaki güçler açısından "sır perdesi" hâlâ kaldırılmış değil. Katliam davası 8 yıldır sürüyor fakat sanık sandalyesi hâlâ boş. Türkiye'de bu türden siyasi davaların sanık sandalyesi genelde ya boştur ya da göstermeliktir. Suruç katliamı davası da bu gerçeklerden azade değildir.

NE OLMUŞTU?

Suriye'de Işid'li güçler Kürt özerk bölgesi Kobani'yi kuşatmış ve sonrasında kentin yeniden inşası ve bazı yardım kampanyaları kapsamında Ezilenlerin Sosyalist Partisi gençlik kollarından (SGDF) li bir grup genç Kobani'deki çocuklarla dayanışma için bir basın açıklaması planladı ve bu amaçla bölgeye topladıkları oyuncakları götürmek istediler. Şanlıurfa'nın Suruç ilçesinden bölgeye giriş yapıp yardımlarını ulaştırdıktan sonra ülkeye geri dönüş yapacaklardı ama ne yardımlarını ulaştırabildiler ne de seslerini duyurabildiler. Basın açıklamasını okudukları esnada sesleri susturuldu ve vahşice bir katliamla bedenleri parçalandı. Daha kötüsü katliamın sanığı Şeyh Abdurrahman Alagöz katliamdan çok kısa süre önce emniyetin "Deva" isimli sisteminden 2 kez sorgulanmıştı. Yapılan soruşturmada ise neden sorgulandığı konusunda sağlıklı bilgilere ulaşılamadı. Bu katliamdan 3 ay sonra ise Ankara Gar Katliamı gerçekleşmiştir. Tarihimizin en yüksek ölümlü saldırısı olan bu saldırıda 109 kişi hayatını kaybetmiştir. Bu saldırıyı yapan kişi ise Suruç saldırısını yapan kişinin kardeşi Yunus Emre Alagöz'dür. İki saldırı arasındaki bağlantıyı açıklamak açısından çarpıcıdır. Çünkü bu iki saldırganın annesi katliamdan aylar önce emniyete başvurmuş ve istihbaratın 1 Temmuz 2015 itibariyle bu kişileri takibe aldığı anlaşılmıştır. Emniyet hazırladığı raporda iki saldırganın daha önce yurtdışına çıkış yaptığını belirtmiştir. Fakat her ne hikmetse! bu kişiler Türkiye'ye tekrar giriş yapmış ve 3 ay arayla katliam gerçekleştirmişlerdir. 

DAVA SÜRECİ, DAVUTOGLU VE SURİYE

Suruç katliamı davasında daha sonra ayrıca mahkeme tarafından dinlenen Işidli bir "tanık" ise o dönemde sınırdan Türkiye'ye çok rahat giriş çıkış yaptıklarını mahkemede itiraf etmiştir -dava avukatları bu kişilerin sanık olarak dinlenmesini talep etmiş ve mahkeme tarafından kabul edilmemiştir-Katliam döneminde Akp Genel Başkanı ve Başbakan olan fakat Suriye savaşı döneminde Dışişleri Bakanlığı yapmış Ahmet Davutoğlu ise kendi  "stratejik derinlik" konsepti gereği 7 Haziran-1 Kasım tarihlerini işaret ederek "terörle mücadele konusunda neler olduğunu bilseler birçok insan, insan yüzüne çıkamaz" demiştir. Davutoğlu ise ayrıca katliam davasında tanık olarak dinlenmesi avukatlar tarafından talep edilmiş fakat mahkeme kabul etmemiştir. Suriye savaşında uzunca bir dönem Akp iktidarının dış politikasını da yöneten Davutoğlu'nun bizce Suriye'de yaşanan gelişmeler dikkate alındığında asıl insan içine çıkmaması gerekenin kendisi olduğu aşikârdır. Bugün Erdoğan'la kavgalı olması ve muhalif kanatta görünüyor olması Davutoğlu açısından pekte matah bir durum olmasa gerek! Çünkü bugün Chp'nin oylarıyla meclisi de doldurmuş sözde muhalif her sağcı siyasetçi gibi -bugün muhalif görünüyor olsalar bile- yarın ne olacaklarının bir garantisi yoktur. 

Dava avukatları 2016 yılında Ankara'da yapılan Güvenpark saldırısında emniyet ve istihbaratın bombacıyı olay yerine taşıyan taksiciyi, alışveriş yaptığı bakkalı bile gözaltına aldıklarını fakat bu davalarla alakalı derinlemesine bir soruşturma yapılmadığını söylemişlerdir. Yaşamını yitiren gençlerin ailelerine her defasında baskı uygulanmış gözaltına alınıp tutuklamalar yapılmıştır.

Daha yeni geçtiğimiz gün Kadıköy'de yapılan açıklamada gözaltılar olmuş 6 öğrenci tutuklanmıştır. 

Diyarbakır'da HDP mitingine yapılan saldırıda dahil Suruç, Ankara Gar Katliamı ve hatta çözüm sürecini bitiren Ceylanpınar saldırısı da dahil bu saldırıların ortak bir yönü ve amacı olduğu bugünden bakıldığında aşikardır. Tüm bunların Suriye'deki savaşın tetiklenmesi sonucu ülkemize "serbestçe" giriş-çıkış yapan cihatçı selefi terör şebekeleri tarafından organize edildiği ve bunların istihbarati bilgilerinin emniyet birimlerinde olmasına rağmen soruşturmalarının genişletilmedigi konusunda şüpheler mevcuttur. Yoksa katliamda çocuklarını yitiren ailelere yapılan baskı, gözaltı ve tutuklamaların başka ne gibi açıklaması olabilir...

Son söz olarak 33 düş yolcusu arkadaşımız ve yoldaşımız için; 
Şair Ahmed Arif'in bir şiirinde dediği gibi "her biri vazgeçilmez bir cihan parçası" olan, kimi öğrenciyken aynı zamanda bir inşaat işçisi, kimi eylemci bir aktivist, kimi Karadenizli bir doğa sever, kimi Cebrail Günebakan gibi Gezi barikatların da ve uyusturucuya karşı cesur bir direnişçi, kimi kadın hakları ve insan hakları savunucusu, kimi Koray Çapoğlu gibi devrimci bir Trabzonsporlu, kimi Uğur Özkan gibi Soma'da, Hes mücadelesinde, kadın haklarında, barınaklarda hayvansever, kimi tutarlı bir vicdani redçi, kimi İsmet Şeker gibi Kobani yollarına düşen 65 yaşında yiğit bir emekçiydi. 

Kızı Dilek Şeker'in babasının hayat hikâyesini anlattığı kitabında;

"Öyle içten sevdik ki insanlığı ve çocukları, çıkarsız. Öyle içten istedik ki özgürlük ve barışı. Dürüst olmaktı bunun yolu ve sevgiydi..." dediği ve her biri yaşamı ve kişiliğiyle hayata güzel şeyler nakşeden bu 33 düş yolcusu güzel insanımızı tekrar saygıyla anarken onlara son sözümüz Nazım Hikmet'in bir dizesi olsun;  "çocuklar inanın inanın cocuklar, güzel günler göreceğiz güneşli günler..."