Geçtiğimiz gün bir tekel bayisindeki silahlı saldırıyı hepiniz duymuşsunuzdur. Güvenlik kamerasının kayda aldığı görüntülerde tekel bayisine gelen 4 kişi önce 2 kişiyi darp edip sonra silahla öldürüyor 1 kisi ise yaralı kurtuluyor. Aynı gün haber kanallarına düşen başka bir görüntüde ise bir adam bir kadını sokakta darp ediyor. Bayrampaşa'da ise başka bir grup bir kişiyi aralarına alıp feci şekilde döverek linç ediyor, ertesi gün ise başka bir haberde 15 yaşındaki genç parkta tartıştığı kişiler tarafından bıçaklanıyor. Böyle onlarca yüzlerce haberden bahsedebiliriz...

Peki yaşadığımız bu toplumsal cinnet halinin, cinayet, katliam ve şiddetin nedeni nedir? Ülkemizde neden her geçen gün daha da büyüyerek artan bir şiddet sarmalıyla karşı karşıyayız. Yargı ve ceza mekanizmasının işlemez olması mı yoksa sorun daha mı derinlerde? Bazı verilere bakmakta fayda var...

TÜİK'in yayınladığı Ceza İnfaz Kurumu istatistiklerine baktığımızda gectigimiz yıl her 100 bin kişiden 325 kişinin cezaevinde olduğu Türkiye, Avrupa Konseyi ülkeleri arasında en çok mahkumun oldugu ikinci ülke. Türkiye'de 2011 yılında itibaren nüfusa oranla mahkum sayısında %89 artış gözlemlendi. Kâr amacı gütmeyen kuruluşlardan olan World Prison Brief'in (Dünya Hapishane Raporu) yayınladığı listede ise Türkiye küresel çapta en çok mahkum ve tutukluya sahip olan 6. ülke konumunda. 

Peki cezaevlerinde bu kadar tutuklu varken ve cezalar bu kadar ağırken suç oranları neden artıyor? Suçun oluşmasında şu ya da bu kişinin  "psikopat olması" veya "psikolojik sorunları" olması mıdır suç oranlarını arttıran? 
Biz söyleyelim. Suç oranlarının artmasının en büyük nedeni ekonomik ve toplumsal sorunlardır. Dünyada yapılan bütün sosyolojik-bilimsel araştırmalar suçun oluşmasında işsizlik, yoksulluk, ahlaki dejenerasyon, çaresizlik, eğitimsiz ve geleceksiz bırakılan halk olduğunu bize göstermektedir. 

Kuşkusuz bu sorunlar sadece son yıllara ait sorunlar da değildir. Kapitalizm ve sömürü ağı var oldukça bu sorunlar bugünde, gelecekte de hep varolacaktır. Fakat Türkiye'de son dönemde toplumsal şiddet belki de hiç olmadığı kadar artmış durumdadır. Özellikle kadın cinayetleri, aile içi şiddet, mülke zarar verme, hırsızlık, gasp, sokakta şiddet, linç, yaralama gibi olaylar devasa boyutlarda sürmektedir.

Dünyada ise en çok suç işlenen ülkelerin başında Meksika'yla birlikte ABD gelmektedir. FBI'ın tespitine göre ABD'de özellikle 2020 yılından itibaren suç oranları ikiye katlanmıştır. Dünyanın en büyük cezaevlerinin ve en çok suçlu sayısının ABD'de olmasına şaşırmamalı çünkü ABD suçlu yaratmada dünyanın en büyük laboratuvarıdır. Dünyadaki toplam mahkum sayısının yüzde 25'i ABD'de bulunmaktadır. Bu tesadüf değildir. Bunda ABD'de varolan insanlık dışı kapitalizmin ve ona bağlı çürümenin büyük rolü vardır. Şu bir gercektir ki ABD emperyalizmi kendi çürürken dünyayı da çürütmektedir. 

Bir diğer konuda suçların önlenebilirliği ve cezaların caydırıcılığı konusudur. Hukuk devleti normlarına göre öncelikle suçların önlenebilirliği esastır fakat Türkiye bu iki konuda da henüz bir gelişme kaydetmemistir. Özellikle cezaların caydırıcılığı konusunda Türk Ceza Kanunu (TCK) Avrupa'nın en sert ceza yasalarından biri olmasına rağmen yargılama ve infaz kanunundaki "hafifletici sebepler" yüzünden oldukça başarısız bir profil çizmektedir. Özellikle adi suçlarda usülde ağır olan cezalar üzerinden indirim uygulanmakta ceza kapsamı daraltılmaktadır. Ayrıca tek bir yaralama ve adi suça karışmamış fakat sırf muhalif olduğu için cezaevinde yatan siyasi tutuklular, gazeteciler, avukatlar on yıllarca ceza almakta ve genel af kapsamı dışında tutulmakta oysa adi suçlardan yatanlar, yaralama, gasp, hırsızlık gibi adi suçlar Genel Af kapsamına alınmıştır. En son Rahşan Affı'ndan sonra çıkan birçok mahkumun cinayet işleyerek tekrar cezaevlerine girdiğini biliyoruz. Bu işin bir yönüdür.

Örnegin her cinayet ve katliamdan sonra ülkede "idam cezası gelmeli" klişeleri döner fakat yapılan araştırmalar göstermiştir ki suçların önlenmesinde cezaların ağırlaştırılmış olması caydırıcı bir role sahip değildir. Eğer böyle olsaydı bugün dünyada suç oranları azalırdı fakat Türkiye'de dahil tüm dünyada suç oranları artmaktadır. İdam cezasının gelmesi ise Türkiye'de suçların önlenebilirliği baz alındığında caydırıcı bir role sahip olmayacaktır. ABD're halihazırda 27 eyalette idam cezası onaylanmakta ve bunların çoğunluğu uygulanmaktadır. Amerikan cezai sisteminin katı ve cezaların ağır olması suç oranlarını azaltmamış tam tersi işlenen suçlar giderek artmıştır. Ayrıca olası bir yasa degisikliginde idam cezası gelirse kime ve hangi suçlara uygulanacağı tartışmalıdır... 

Kanunda belirtildiği üzere yargılama ve cezanın esas amacı suçlarda caydırıcılığı esas almasıdır. Fakat Türkiye'de esas tartışılması gerekenin dışında soyut bir idam gelmeli tartışması yapılmaktadır.  Türkiye'de idam cezası 36 yıldır uygulanmıyor fakat onun yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası uygulanmaktadır. İdam cezasının kaldırılmasındaki en önemli faktör imzalanan insan hakları ve uluslararası sözleşmelerdir. Ayrıca Türkiye cezaevleri işkence ve kötü muamele konusunda insan hakları ihlallerinde de en üst sıralardadır ve hali hazırda AİHM'de yüzlerce dava mevcuttur. Cezaevlerinde ise yüzlerce hasta tutuklu tahliye edilmeyerek yaşamını yitirmektedir. İHD (İnsan Hakları Derneği) verilerine göre cezaevlerinde yaklaşık 1600 hasta tutuklu bulunmaktadır ve bunların 93'ü son 17 ayda yaşamını yitirmiştir. Bu açıdan geçmişten beri Türkiye'de özellikle siyasi tutuklulara "fiili bir idam cezası" uygulanmaktadır zaten. 

Ceza infaz uygulamaları dışında suç oranlarının bırakın azaltılmasını ekonomik ve toplumsal şartlar suç oranlarının artmasını sağlamıştır. Türkiye uyuşturucu ve kara para aklama cenneti olmuş, dünyanın tüm mafyalarının cirit attığı bir ülke haline getirilmiştir. Neredeyse her mahallede köşe başlarını tutmuş mafyatik şebekeler ve uyuşturucu çeteleri mevcuttur. Gençler kabadayılık ve mafyalığa özendirilmiş ve gruplasarak güç olmaya çalışmaktadırlar. Bunun nedenleri arasında bir popüler kültür öğesi haline gelmiş olan mafyatik TV dizilerinin de etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Herhangi bir TV kanalını açtığınızda ise ya ecdadın kahramanlık menkıbeleri vardır ya da falanca mahallenin fedaileri başka fedailerle hesaplaşmaktadır. Türkiye bu sürece bilinçli bir politikayla ve adım adım getirilmiştir. 1970'lerdeki Komünizmle Mücadele Derneklerinden Ülkü ocaklarına, Maraşlardan Çorumlara, Beyazıt Katliamından Susurluk'a, Susurluk'an günümüze kadar uzanan sivil-paramiliter suç şebekeleri desteklenmiş, bu yapıların silaha, uyuşturucuya ve karaparaya ulaşımı kolaylaşmıştır. Pekerler, Baybaşinler, Çakıcılar, Çatlılar bu sürecin ürünüdür. Politik kimlikli mahalleler ise uyusturucu çetelerinin kol gezdiği mekanlara dönüşmüştür. Bu mahallelerin muhalif kimliğinden arındırılıp çetelerin ve uyuşturucunun kol gezdiği mahallelere dönüştürülmesinin altında kentsel dönüşüm meselesinin de olduğu herkes tarafından bilinmektedir. Buraları insansızlastırıp değerli gördükleri arazileri sermayeye peşkeş çekmek istemektedirler. Sedat Peker'de bu gerçeği yayınladığı videolarında zaten itiraf etmiştir -falanca kişiler falanca mekana falanca araziye çökmüşlerdir- Ülkeyi her gün saran şiddet sarmalının bir parçası da bu rant kavgasıdır. 

Birgün gazetesinde çıkan bir habere göre ise geçtiğimiz yıl ateşli silahlardan yargılanan kişi sayısı 70 bindir. Son 7 ayda 2 bine yakın ateşli silah vakası olmuş ve son 1 yılda 280 bin ruhsat alımı yapılmıştır. İnternet sitelerinden ise kargoyla silah siparişi bile verilmektedir. 

Silahın bu kadar rahat erişilebilir olduğu bir ortamda şiddet vakalarının yükselmesini iktidar "münferit olaylar" olarak yansıtmaktadır. RTÜK son olarak yaptığı açıklamada tekel bayisi saldırısına yayın yasağı getirmiş ve gerekçe olarak "sanki bu olaylar ülkenin her yerinde yaşanıyormus gibi gösterilmektedir" deniliyor. Bilmediklerimiz ve medyaya yansımayan irili ufaklı binlerce olayı bir tarafa bırakalım bu rakamlar bize başka neyi gösteriyor olabilir...
Şu gercektir ki bu olaylar ne münferit olaylardır ne de birbirinden bağımsız ve bağlantısı olmayan olaylardır. Devletin ve hukukun meşruiyetinin kalmadığı bir ortamda toplumsal sorunların da tetiklemesiyle insanlar silaha ve şiddete sarılmaktadır. Ülkenin her tarafını saran bu şiddet sarmalından başka ne sonuç çıkarılabiliriz. Şunu da söylemek gerekir. 

Ülkemizde gerçekleşen hiçbir şiddet olayının ve cinayetin nedenini sadece "tabancaların varlığına" dayandıramayız. Silaha kolay erişim işin başka bir boyutudur. Esas olarak Türkiye'de her geçen gün artarak süren ekonomik kriz ve zamlar, bozulan aile yapıları, ev sahibi-kiracı kavgası gibi şiddet olaylarının toplumsal düzeni bozduğu gerçeğidir. Adeta her gün yeni bir zam haberine uyanmaktayız. Halkın en küçük meşru hak talebini ezmeye çalışan iktidar asıl bu şiddet sarmalının sorumlusudur. Bugün toplumsal düzeni bozan ne bir işçi grevidir, ne haklar mucadelesidir, ne de ormanını, doğasını katledenlere karsı mücadele edenlerdir. Toplumsal düzeni bozan suç şebekeleri ve onların önünü açanlardır. Halk sokaklarda yürüyemez olmuş, kolay para ve gayri meşru kovalayan çeteler her yanda peydah olmuştur. Her basın açıklamasına "biz güvenliği sağlamak için burdayız" diyen emniyet yetkilileri hakkını arayan insanları darp edip gözaltına almakta ve tutuklamalar yapmaktadır. Toplumsal düzene tehdit olarak hakkını arayan insanları görmektedirler. Diğer olaylar ise onlara göre "münferit" olaylardır!

Gelinen noktada bir cinayet sadece bir cinayet olmaktan çıkmıştır. Koskoca bir ülke Gabriel Garcia Marquez'in Kırmızı Pazartesi*  romanındaki cinayet kasabasına dönüşmüştür.

Yazar Dostoyevski, Ölü Evinden Anılar isimli romanında, "hiç insan öldürmediği halde, bir katilden daha cani insanlar gördüm, umudumuzu öldürenleri gördüm." diyor. Ülkenin bugünlere gelmesine sebep olanlar hiç insan öldürmemiş olabilirler ama binlerce insanın öldürülmesinde 

rolleri vardır desek yanlış söylemeyiz...

Son olarak Suç ve Ceza ikilemi arasında sıkışmış bir toplum olmaktan çok, suçun önlenebildigi ve oluşmasına sebep olan ekonomik ve toplumsal düzenin değişeceği bir ülke seçeneği bugün hâlâ karşımızda durmaktadır. Şairimiz

C. Sıtkı Tarancı'nın bir şiirinde dediği gibi;
"Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun"

Kendinizi güvende hissettiğiniz bir ülke dilerim...
Sağlıcakla kalın.

Dipnot:

* Kolombiyalı yazar Gabriel Garcia 

Marquez'in 1981'de yayınlanan Kırmızı Pazartesi romanında işlenecegini herkesin bildiği fakat engel olmak için kimsenin birşey yapmadığı bir namus cinayeti anlatılır. Marquez, cocuklugunun geçtiği bir kasabada yıllar önce yaşanmış bir cinayet olayını anlatır bu romanında. Bütün dünya dillerine çevrilmiş ve Nobel edebiyat ödülü de almış bu roman sadece bir cinayetin arka planını değil insanların ruh hali ve halkın ortak davranış biçimini yansıtması açısından ibretliktir...