Türkiye uzunca bir süredir sadece ekonomik bakımdan değil her yönüyle bir darboğaz içerisinde debeleniyor. 21 yıllık AKP iktidarı Türkiye tarihinin gördüğü en katmerli sorunlarla ülkeyi karşı karşıya bırakıyor.

Tek adam rejimi çığ gibi büyüyen sorunlar karşısında bir tıkaç görevi görerek neredeyse tüm devlet mekanizmasını işlemez hale getirip çürütüyor.

Yaratılan rejim, halka ve emekçilere devletin ve bürokrasinin tüm yollarını tıkarken sermaye sınıfına geniş haklar tanıyor. Hem bürokrasi hem de çalışma yaşamında emeğin boyunduruk altına alınmasında büyük rol oynuyor.

AKP iktidarı tüm iktidar süresince holdinglere ve şirketlere geniş hareket alanı tanırken halkı enflasyon karşısında ezerek sermaye sınıfına devasa gelir ve servet transferi sağlıyor. Dolaylı vergilerle (ÖTV-KDV) ve asgari ücret üzerindeki vergi yükünü arttırıp zaten sınırlı olan yaşam olanaklarını da yok ederek milyonlarca emekçiyi sefalet düzeyinde yaşamaya mahkum ediyor.

Daha düne kadar ben ekonomistim diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ekonomi modeli olan "düşük faiz yüksek kur" -bu hengamede hangisi yüksek kimse anlamıyor- politikası ülkeyi her gün yeni bir felaketin eşiğine getiriyor.

Sermaye sınıfı ve patronlara "aman canları sıkılmasın" diye her defasında yeni özelleştirmeler, devlet garantili yatırımlar, vergi indirimleri ve sübvansiyonların sözünü vermekten geri kalmıyorlar. Geriye dönüp baktığımızda halk ekonomik krizden inim inim inlerken bankaların, holding ve şirketlerin enflasyonist ortamdan etkilenmediği ve kârlarına kâr kattıkları görülüyor.

Böyle bir ortamda ülke çok yönlü bir kriz içerisinde debelenirken toplumsal muhalefet hiç olmadığı kadar etkisiz. Bunda seçim sonrasında muhalefette oluşan negatif etki söz konusu olsa da esas mesele aşağıdan gelebilecek gerçek bir toplumsal muhalefet hareketinin -CHP gibi düzen partilerince- seçim öncesinde ve sonrasında nasıl törpülendiği ve yok edildiği meselesidir.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle bu düzen daha da katmerli hale gelmiştir. Bu sistemle parlamento işlevsizleşmiş, bir devlet partisi haline gelmiş AKP'nin ekonomide istediği kararların alınmaması halinde bir tek kararnameyle her şeyin değiştirilebilir olduğu bir düzen yaratılmıştır.

Çarpıcıdır ama Türkiye'deki zengin sayısını hiç görülmemiş ölçüde artmış olması ve 2-3 yıl içinde peydah olan servet avcılarının, -Dilan Polat gibileri buz dağının görünen yüzüdür sadece-  korudukları mafya ve çetelerle beraber ülkeyi ne hale getirdiklerini ibretlik gözlerle izliyoruz. Şimdilerde ise, bu hengame içerisinde AYM üzerinden ayaklarına dolanan anayasayı ortadan kaldırmak istiyorlar. Ama bunu yaparken her şeyin miladı sayılan adına Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi dedikleri garabet sistemi ihya etmek amacındalar. Bu da ancak kukla bir yargı ve adalet sistemiyle olabilirdi.

Şöyleki Independent Türkçe'den Dr. Onur Alp Yılmaz'ın araştırmasına göre; Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçmeden önce, 2017'de 138 bin 980 olan milyoner sayısı 2022'ye gelindiğinde 511 bin 685'e çıkarak yüzde 268'lik bir artış göstermiş buna karşın, açlık veya yoksulluk sınırının altında yaşayanların sayısı ise 64 milyondan 76,5 milyona çıkmıştır. Bu durum açık olarak göstermektedir ki AKP'nin tek adam rejimi kendi milyonerlerini yaratmıştır fakat buna karşılık ülke daha çok fakirleşmiş, orta sınıf zayıflamış ve tüm ülke yoksullukta "eşitlenmiştir"

Tüm bu yaşananların, ülkede her kesim açısından laik/gerici kamplaşması şeklinde biçimlenmediğini, sermaye/patron cephesinde aslolanın her zaman sınıf çıkarları ve yüksek kârları olduğunu her defasında göstermiştir. Açık olarak  görmekteyiz ki AKP iktidarı her kritik seçim öncesinde ve sonrasında tüm sermaye sınıfını, holdingleri ürkütmemek adına oldukça işlevsel ve pragmatik hareket etmiştir. İşine gelmediğinde ise hem siyaset hem de ekonomi de KHK gibi bir kozu rahatlıkla kullanmışlardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan KHK yordamıyla onlarca grevi ertelemiş, devlet onlarca direnişe polis ve TOMA göndererek işçileri dövdürmüş ve "grev kırıcı" bir rol üstlenmiştir.

Erdoğan 12 Temmuz 2017'de yabancı yatırımcılara hitap ederken, Cumhurbaşkanı hükümet sistemiyle işçi grevleri hakkında; "biz bu işi Ohal'le hallettik, artık iş dünyası rahat çalışıyor, hatırlayın o günleri tüm fabrikalar grev tehdidi altındaydı, şimdi biz olay olan yere hemen Ohal'le müdahale ediyoruz" demiştir.

Partisinin 24 Nisan 2018'deki toplantısında ise sanayicilere seslenen Erdoğan; “Bir tane fabrikada grev söz konusu mu? Böyle bir şeyde anında müdahalemizi yapıyoruz. Ve OHAL anında bir çözüm kaynağı oluyor. Huzurun olduğu bir ortam var, böyle bir ortamda bunlar OHAL’in olmamasını tavsiye ediyorlar. Tezgah bozulacak o yüzden, size biz bu tezgahı bozdurmayız” diyerek nasıl işçi düşmanı ve sermaye yanlısı bir rol üstlendiklerini dile getirmiştir.

Evet ekonomi ve siyasette üstlendikleri bu rol, yarattıkları bu sermaye rejiminin devamı açısından bakıldığında "taşların bağlı köpeklerin serbest" olmasını zorunlu kılıyor. Bu açıdan gerçeğin sesi olan gazetecilerin ve muhalif yayın organlarının susturulması gerekiyor. Şimdi her güne yeni bir gazetecinin gözaltına alındığı ve tutuklandığı haberleriyle uyanıyoruz. En son önceki hafta T24 haber sitesi yazarı Tolga Şardan ve Kısa Dalga yazarı Cengiz Erdinç gözaltına alınarak tutuklandılar. (Sonrasında bırakıldılar)

Tabii devasa boyutta suç aygıtı ve ortaklığının olduğu bir düzende her yazılıp çizilen şeyi bir suç unsuruymuş gibi görmek -iktidar açısından- çokta anlaşılmaz bir durum değil. Asıl anlaşılmaz olan tüm muhalefetin, bu rejimin bunca şeye rağmen daha nasıl ayakta kalabildiği üzerine kafamızı yoramamak olmalı. Yoksa bu örgütlü kötülüğün kendiliğinden ortadan kalkmayacağını ve en az onlar kadar örgütlü ve cesur olmamız gerektiğini bilmemiz gerekirdi.

Şimdi tüm toplumun önüne somut hedeflerle gidilmelidir. Vergide adalet, eşit işe eşit ücret, sendikal örgütlenme özgürlüğü, grev hakkı, gıda enflasyonu, eğitim ve sağlıktaki sorunlar, barınma ve kira sorunu, gençlerin, kadınların temel problemleri üzerinden dipte var olan ve her zaman var olacak olan toplumsal dalgayı büyütmek zorundayız.

Zengine han hamam yoksula din iman diyen, yoksuldan alıp zengine pay eden bu *müstemleke düzeninden çıkış ancak Gezideki toplumsallaşma ve farklı bir bütünleşme kültürüyle var olacaktır.

Ne mevcut düzen muhalefetiyle ne de eskiyi tekrar eden örgüt ve mücadele yapılarıyla bu düzen değişebilir. Böyle bir muhalefetin nüveleri Gezi'de atılmış olsa da henüz toplumsal bir realite olarak var olamıyoruz. Hayatın canlı pratiği illa ki bize bunu öğretecektir. Ezilen sınıflar ve emekçiler açısından henüz kaybedilmiş bir şey yok zira zincirlerimizden başka kaybedecek bir şeyimiz de yok...

Notlar

*Sömürge