Türkiye sinemasının ve politik tarihimizin önemli figürü Yılmaz Güney hakkında sosyal medyada uzunca bir süredir karalama kampanyası yürütülüyor.

Her doğum günü ve ölüm yıldönümlerine denk gelen paylaşımların bir sonucu olacak ki, -ne zaman ismi anılsa birden düğmeye basılmış gibi- hep bir ağızdan aynı saldırı ve karalama kampanyası aniden peydahlanıveriyor.

Daha önce örneğini; Deniz Gezmiş, Nazım Hikmet, Mahir Çayan, ve Che Guevara gibi devrimci kişilik ve figürlere yapılan saldırılardan tanıdığımız bu itibarsızlaştırma ve karalama kampanyaları daha çok apolitik gençlik ve liberal çevrelerde alıcı buluyor.

Bazen bakıyorsunuz bu koroya Ümit Özdağ, Nagihan Alçı ve hatta İlyas Salman gibi "popüler kişilikler" bile katılabiliyor. Son olarak Yılmaz Güney'in ölüm yıldönümü olan 9 Eylül'de yazar Murathan Mungan'ın Yılmaz Güney hakkındaki bir Twitter paylaşımı üzerine yapılan yorumlardan birinde oyuncu Farah Zeynep Abdullah;

f80c4216-e9fa-442f-abf1-0ea8d8859309

 "Sinemamızın en iyi yürüyen erkeği ve kadın döven ve şiddet türleri açısından zengin ve etkili silah kullanan diyelim" şeklinde bir tweet attı ve malum koroya katılmış oldu. Sonrasında sosyal medya da Yılmaz Güney'in kadın döven bir psikopat, şiddet sevici, hakim öldüren bir katil ve "terörist" ya da  "bölücü" olduğu savları uçuşup durdu.

Yılmaz Güney'in ailesi bu paylaşımlar üzerine açıklama yaparak; "Şiddetin ve kötülüğün gerçek sahiplerine söz yükseltemediğini anladığımızı ve gördüğümüzü belirtiyor, Yılmaz Güney’i şiddet sembolü olarak gören her anlayışın karşısında olacağımızı yineliyoruz" diyerek gerekli adli yollara başvuracaklarını belirttiler. Yine bir paylaşımda ise İlyas Salman;  "Dürüst olalım, Yılmaz Güney'in şiddet eylemlerinin savunulacak tarafı yok. Politik görüşümüz idrakımızı örtmemeli. Haluk Kırcı güzelleyen sağcıdan farkımız olsun" deyince sosyal medya karıştı.

Her sene ilginçtir Yılmaz Güney hakkında yapılan bir paylaşım akabinde, kerameti kendinden menkul sayılanlar üzerine vazife olmadığı halde mesnetsizce yorum yapar hale geldiler.

Eğer burada Yılmaz Güney'in kişiliği ve sineması hakkında samimi bir tartışma ve eleştiri yürütülüyor olsaydı diyecek pek bir şey yoktu fakat her defasında tekrarlanan ve kabak tadı veren, Yılmaz Güney'in ne şahsı ne sineması hakkında tek bir söz söyleyecek tıynette olmayan kişilerin açıklama ve karalamalarının arkasında bir art niyet olmadığını ve tüm bu karalamaların bir tesadüften ibaret olduğunu söylemek safdillik olacaktır.

Çünkü bugün Yılmaz Güney ve onun şahsında temsil ettiği değerler esas olarak saldırılması gereken değerler olarak görülmektedir. Yoksa Yılmaz Güney'in -kendisi hakkındaki samimi eleştiriler hariç- her anma gününde tekrarlanan üç beş kendini bilmez sosyal medya fenomeninin ipe sapa gelmez açıklamalarının dikkate değer bir yanı yoktur bile. Aslında bu saldırı ve karalamaların ülkemizde başarılı ve dünyada adından söz ettiren kim varsa özellikle sanatçı, edebiyatçı, ya da sinemacıysa -hatta bu kişilerin çoğunlukla muhalif bir kimliğe de sahip olmaları gerekmiyor- birçok kişiye yapıldığı da üzerinden atlanmaması gereken bir durumdur. Örnek vermek gerekirse farklı düzeylerde de olsa Ahmet Kaya, Fazıl Say, Orhan Pamuk, M. Ali Alabora, Erkan Oğur gibi isimler bu saldırı kampanyalarından nasibini alanlardandır.

Tüm bu saldırı ve karalamalar bir tarafa Yılmaz Güney, imkansızlıklar ve yoğun baskı ortamında inanılmaz bir gayret ve fedakarlıkla Türkiye sinemasına önemli filmler kazandırmış ve Cannes Film Festivalinde Altın Palmiye alarak dünya sinemasında hak ettiği yeri almıştır. Onun kişiliğinin oluşmasında ve Yılmaz Güney olarak var olmasında yaşadığı hayat serüveninin payı büyüktür. Geçmişi şüphesiz hataları ve sevaplarıyla tartışılır. Zira kendisi de sürgünde kansere yakalanıp ölmemiş olsaydı geçmişinin tartışılmasına karşı çıkmazdı.

Bu konuda kendisiyle yapılan bir röportajda samimi bir şekilde özelleştirisini yapmış ve "şiddetin gençler için iflah olmaz bir bela" olduğundan bahsetmiştir.

Yılmaz Güney, erkek egemen kültürün ve şiddetin kadın üzerindeki hâkimiyetinin, kadının toplumsal hayattan dışlanmasının gerici bir ahlâk anlayışının eseri olduğunu ve mahkum edilmesi gerektiğini hep ifade etmiştir.

Bunu daha sonra ortaya koyduğu çalışmalarında hep göstermiştir. Ama işte halk insanı olmak, devrimci politik bir birey olmak böyle bir şeydir. İçinde doğup büyüdüğü toplumun tüm geri yanlarını bir zamanlar kendi bünyesinde taşıdığını samimiyetle kabul edip onu aşacak bir yaşam tarzı geliştirmek herkesin harcı olmasa gerek...

Bilinmelidir ki devrimci sinema halkın bağrından kopup gelmiş bir niteliğe sahip olmalıdır ki o sinema gerçek bir sinema olsun. Öbür türlüsü, sinema günümüzde olduğu gibi çokça görülen bir tüketim nesnesi olmaktan başka bir anlama gelmemektedir. Halkın çelişkilerini, yanılgılarını, içine düştüğü çaresizliği, yoksulluğu ve tüm bunların nedenlerini sorgulayan ve sorgulatan bir sinema ise bizce gerçek bir sinemadır. Yılmaz Güney ise kavanozda yetişmiş bir usta hiç değildir. Onun sinemasının özüne baktığınızda gerçeği hiç acımadan insanın yüzüne vuran realist (gerçekçi) akımın en özgün ve çarpıcı yanlarını görürsünüz.

Yılmaz Güney iyi bir yönetmen ve senarist olmasının yanı sıra iyi bir edebiyatçıdır da. İlk gençlik yıllarında yazdığı Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri kitabında komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle 1.5 yıl hapis cezası alır.

Selimiye Üçlemesi olarak bildiğimiz Salpa-Sanık-Hücrem adlı kitaplarında bunu fazlasıyla kanıtlamıştır. Uzun metrajlı Yol, Sürü ve Duvar film üçlemesinde ise oynattığı karakterlerin bazıları hayatın içinden çekip çıkardığı gerçek karakterlerdir ve Yılmaz Güney bu gerçek karakterlere sinemanın dili ve meşrebince olağanüstü bir şekilde hayat vermiş usta bir sinemacıdır...

Tarihte insanlığa önemli kazanımlar bırakmış, yüzyıla bir çentik atmış bir çok önemli insan bile bu tür karalama ve saldırılarla karşı karşıya kalmıştır.

Birkaç örnek vermek gerekirse; bilimsel sosyalizmin kurucuları Marx ve Engels bile bu karalamalardan nasibini almıştır. Burada çok yeri değil fakat kısaca bahsetmek gerekir: Friedrich Engels'i, Londra borsasında vurgun yapan "borsacı" diye eleştiren İngiliz tarihçi Tristram Hunt, Engels'in siyasi kişiliğini överken onun sömürgeleri sömüren bir şirketin borsa tüccarı olduğundan bahseder.

Yani Hunt'a göre Engels, halkın finans sermayesi tarafından sömürülmesine karşı çıkarken kendi borsada büyük bir simsardı. Fakat burada Hunt bunu söylerken Engels'e kendince bir "samimiyet testi" de yapmıştır.

Güya Hunt, "bakın işçiler görün sizi savunan adam bir borsa simsarı" demek istemektedir. Biz şöyle diyelim: Velev ki Engels borsada hisse peşinde koşan bir "simsar" neden tüm kazancını işçiler için, Karl Marx'a destek ve bilimsel sosyalizm çalışmalarında kullanmıştır? Kendi kişisel ikbali içinde kullanabilirdi.

Tristram Hunt, Engels'i güya samimiyet testine sokup sınavdan geçirememiştir fakat anlaşılan kendisi İngiliz egemen sınıflarının samimiyet testinden çoktan geçmiştir!

Eğer ille bugünlerde başka bir samimiyet testi yapılacaksa; esas olarak işe; gerici Yeni Şafak yazarının ifade ettiği şeyin, "tanrılarının fanusunda çatlak oluştu darısı Mahir'inden Deniz'ine ve bilmem kimine kadar" cümlesinde açığa çıkan bu sol/sosyalizm düşmanlığının, kendi putlarını kıramamış kifayetsiz muhterislerin ise hangi egemen sınıfların samimiyet testinden geçmiş olduğunu bilmekle başlamak çok daha mantıklı bir seçim olacaktır.

Sosyal medyada mesnetsizce ifade edilen "put kırıcılardan" bahsedilecekse eğer kimin hangi putları kırdığını, kimin her gün yeni putlar diktiğini, kimin tanrıların gazabından korkup kutsallar ve tabularla kadınların yaşamını cehenneme çevirdiğini İranlı yönetmenlerden bile öğrenemiyorlarsa Yılmaz Güney'in Sürü ve Yol filmlerine bakmaları yeterlidir.

Son söz olarak, kim olursa olsun insan hataları ve sevaplarıyla vardır. Kimse eleştiriden azade değildir ve bu durum Yılmaz Güney gibi bir sinema üstadı için de geçerlidir. Yılmaz Güney geçmişiyle alakalı özeleştirisini yapmış ve hatalarından ders çıkarmış devrimci bir sinemacıdır. Onu tutarlı ve samimi bir eleştiriye tabi tutacak olanlar, kapitalizmin yarattığı putlara tapınan kişiler ise hiç olamaz. Bu açıdan geçmişin putlarını kıramayan ve tabularıyla yüzleşemeyenlerin Yılmaz Güney'i karalamaları güneşi balçıkla sıvamaktan başka bir anlama gelmeyecektir.

Yılmaz Güney'i karalamadan evvel bugünkü gerici, kadın düşmanı, baskıcı ve faşist bir siyasal rejimin kurulmasına da ön ayak olan cuntacı Kenan Evren'in onu Türk vatandaşlığından çıkardığını da göz ardı etmemek gerekir. Bu devasa "şiddet fanusunun içinde boğulmaya" tek laf edemeyenler Yılmaz Güney'i karalayamazlar. Zira Yılmaz Güney'in kimler için mücadele ettiğini, hangi "tanrımsıları" yok edip hangi putları kırdığını tarihe ancak at gözlükleriyle bakmayanlar anlayabilirler yoksa Ümit Özdağ gibi faşist zihniyetliler ancak onu "lümpen bir serseri" olarak görür.

Başka söze gerek yok...

Bir kere daha Yılmaz Güney'i 39'uncu ölüm yıldönümü vesilesiyle sonsuz saygı ve hürmetle anıyoruz...