Günlerdir "sosyal medya fenomenleriyle" bezenmiş ülke gündemiyle oyalanıyoruz. Polat ailesinden, Tiktok fenomenlerine kadar ortaya saçılan paraların, kaynağı belirsiz servet avcılarının fütursuz bir görgüsüzlükle nasıl da gözümüze sokulduğunu şu birkaç haftada çok şükür deneyimlemiş olduk.

Bir de buna futbol dünyamızın "ünlü" diye tabir edilen kişilikleri (Terim Fonu Davası) eklenince bu ülkede yaşananlara dair artık daha neler göreceğiz fikri hemen hasıl oluyor insanda. Üstelik şimdiye kadar gördüklerimiz buz dağının görünen kısmı.

Peki görünmeyen kısmında ne var?

Görünmeyen kısmıyla alakalı çok şey yazılabilir, söylenebilir...

Öncelikle insanın aklına gelmiyor değil. Şu meşhur medya fenomenleriyle birlikte milyonlarca doları olan futbolcuların bu kadar serveti nasıl ve hangi ara kazandıkları sorusu. Hülasa kazanılan paranın kaynağının kimse tarafından sorgulanmadığı, burada bu tür sorgulama ve denetimin birkaç bürokrat ya da nüfus sahibi kişi tanımakla sınırlı kaldığı gerçeğini de gözardı etmeden bu soruları irdelemek gerekir. Tabii burada itiraz edenleriniz olacaktır. İşte, "futbolcular oynamış kazanmış, dünyada her yerde aynı, sadece bizde değil, adam oynamış çalışmış kazanmış" gibi klasik senaryolar...

Tabii bu jargon kapitalist sınırlar içinde ve kapitalist bir akılla düşünüldüğünde gayet normalmiş gibi geliyor ama işin aslı öyle değil. Yoksa kara paranın tarihi nasıl yazılırdı ki?

Tam da burada kapitalizmin nasıl bir sistem olduğu, emeği nasıl bir meta (mal) haline getirerek değersizleştirdiği, milyarlarca paranın kısa yoldan ve emeksiz hangi gayri meşru yollarla kazanıldığı gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.¹

Birde buna çağımızın bencil, gözü doymaz ve tüketim bireylerinin paradan çok para kazanma hırsı eklenince kapitalist sermaye birikim rejiminin tüm köşe taşları birbiriyle uyumlu hale geliyor. Zira çok laf yalansız, çok mal haramsız olmaz diye güzel bir söz vardır...

Burada durup emeğin nasıl değersizleştirildiği üzerinde tarihsel olarak durmak lazım. Çünkü emeksiz para kazanmak (faiz, borsa, repo, fon vs.) çağımızın "popüler bir kültürü" haline gelmiş durumda.²  Dolayısıyla emek, değer, artı değer, üretim, sermaye birikimi, spekülatif sermaye gibi kavramların üzerinde durmakta fayda var.

Karl Marx bundan 150 yıl önce Kapital'i yazdığında, "kapitalistler kâr ya da artı değer peşindedir ancak hiçbir artı değer doğal olarak yaratılamaz" der. Dolayısıyla doğal yaratılamayan hiçbir şey doğal ilişki biçimlerinden doğmaz. Emek, üretimin doğal bir fonksiyonudur. Aynı şekilde üretim araçları da (yani makineler) üretimin doğal bir fonksiyonudur fakat emekçinin kapitalist patron için yarattığı artık değere dönüşürse doğal görünümünden çıkıp sermayeye dönüşür. Bu ise aslında doğal üretim süreci içindeki bir üretim faktörü değil, bir "ilişki biçimi" olan sermayenin oluşumunda doğal bir süreç gibi görünen ama sömürüyü gizleyen ve doğal olmayan bir şeye dönüşen bir süreçtir. (sermaye birikim rejimi)

Marx'a göre üretim kâr için değil -yani mallar insanların ihtiyacı ve kullanımı için- doğal bir süreç olan "kullanım değeri" için üretilseydi sermaye denilen şey olmazdı ve üretilen kamusal zenginlik bir avuç azınlık tarafından gasp edilemezdi. Ama kapitalistler malları kullanım değeri için üretmezler. Kâr etmek için üretirler. Yani malların kullanım değerini değil "değişim değerini" esas alırlar. Bunu şöyle örneklendirelim:

Örneğin siz dağda bir küfe altın buldunuz. Bu altını kendi ihtiyaçlarınız için (barınma, sağlık, beslenme, giyim vs.) harcarsanız bu malın kullanım değerinden faydalanmaktır.

Burada sorun yok. Bu doğal bir ilişki biçimidir. Fakat siz bu altını satıp kâr etmek, fona, faize, repoya yatırmak, fabrikada işçi çalıştırmak için kullanırsanız bu ise malın değişim değerinden faydalanmaktır.

İşte kapitalist sistemin tüm nirengi noktası buradadır. Bugün dünyayı bir avuç servet sahibinin yönetmesinin altında yatan gerçek budur.

Marx bu sistemi yani sermaye birikim rejimini doğal olmayan "özel bir ilişki biçimi" olarak tanımlar. Bu ilişki biçimi kapitalizmin tüm sömürü mekanizmasını özünü ifade eder.

Şimdi bunları neden anlatıyorsun diye soranlarınız olabilir. Burada esas soru bir ülkenin gelir dağılımı ve ekonomisini üretim sistemi ve emeğin ekonomideki rolünün ne olduğu üzerinden bir bakışın mı belirlediği yoksa zaten kâr üzerine kurulu sistemin getirdiği sermaye birikim rejiminin bazı spekülatif sermaye hareketleriyle zenginin daha zengin, parası olanın parasını üçe dörde, belki de ona yirmiye katladığı bir iktisadi saçmalığı topluma "ekonomi" diye yutturduğu bir modelin mi belirlediğidir?

Eğer emek yoksa üretimde yoktur, değerde yoktur. Eğer bir ülkenin üretim modelini alınteriyle yaratılmış değer belirlemiyorsa o ülkede hırsızlık, üçkağıtçılık ve kalpazanlık ekonomisi hakimdir.

Milyonlarca doları stoklayıp bir de bunu faizdir, fondur, borsadır gibi kalpazanlık yaparak daha büyük hırsızlıklar peşinde koşmak en hafif tabirle simsarlık, tefecilik ve köşe dönmeciliktir. Aslında böyle bir yolu seçmenin etik anlamda vergi ve uyuşturucu kaçakçılığı ve kölecilikten bir farkı da yoktur. Boşuna demiyoruz kapitalizm modern köleliktir diye...

Tabi tüm bu sosyal medya fenomenlerinin şaibeli servetlerinin ve ünlü futbolcu ya da şahsiyetlerin aç gözlü kalpazanlıklarından daha trajik olanı ise tüm ülke ekonomisinin neredeyse bu köşe dönmecilikle sınandığı gerçeğidir. Söz konusu "Terim Fonu Davası"ndan da anlıyoruz ki, nasıl bir sistemdir ki, Denizbank gibi resmi bir kurumda çalışan şube müdürleri üzerinden bile -Seçil Erzan Denizbank şube yetkilisidir- özel fonlar ve saadet zincirleriyle kısa yoldan nasıl köşeyi döneriz kafası yaşıyorlar.³

Şimdi tüm bunların müsebbibi bu insanlar görünse de yaratılan ekonomik sistemin, ahlâki, politik, iktisadi, hukuki ne açıdan bakarsanız bakın -bu arada sözde faiz haram ve bunlarda zinhar karşılar! - esas suçlunun kim ya da kimler olduğunu gün gibi görüyoruz.

Böyle bir ekonomik düzeni, biraz birikimi olan insanların bile birikimini faize, borsaya, fona, ranta, kiraya yatırdığı; sadece al-ver yaparak bile milyonları cebe indirdiği, falanca kripto parayı alıp, falanca coini satarak zengin olduğu, falanca fonun getirisini gözeterek borsada "yatırım" yaptığı bir düzen olarak kurgularsanız "işini bilen ama işe gitmeyen" kocaman bir kalpazanlar ülkesi yaratmış olursunuz.

Parası olan Fatih Terim ve Arda Turan gibi kurnazlarda gelir oradan milyonlarıyla nemalanır. İşte Terim Fonu Davasında da görüldüğü gibi karşılarına daha kurnazları çıkar ve Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilirler. Bir söz var;  'aşk avına çıkmak şahinle avlanmak gibidir' der. Faiz avına çıkmak ise fonla avlanmak gibidir diye de çevirsek kanımızca sakıncası olmaz.

Tabii birde faizidir, fonudur derken koca ülkede büyük bir kira ve kiracı krizi de var. Bir ülke düşünün ki kiralar, o ülkedeki genel ücret düzeyinden fazla olsun. Ülkenin en az yarısının kiracı olduğunu ve en az yüzde 70'inin asgari ücretli olduğunu düşünürseniz korkunç bir rant ekonomisi karşınıza çıkıyor.

Gerçi öyle ki bugünlerde gayrimenkulünü kiraya mı verse yoksa satıp parasını faize mi koysa diye düşünen milyonlarca gayrimenkul sahibi var. Çünkü kiradan daha çok faiz getirisi seçeneği var ortada. Ya da acaba dövize mi koysa? Enflasyon azdı yine, belki yeni develüasyonla yeni bir vurgun yapılabilir!

Bu ülkede neyi nereden tutarsanız gerçekten elinizde kalıyor. Belki vatandaşı olmasak gayet de eğlenilecek bir ülke..!

Peki buna karşı durabilecek bir muhalefet ya da bir sınıf hareketi var mı? Sosyalist partiler dışında buna muhalefet edebilecek bir anlayış da yok zaten. Onların da sesi ancak kendi çevresiyle sınırlı. Halkın ise gemisini kurtaran kaptan rolünde olması bu katlanılması zor ve bir o kadarda sömürüye dayalı sistemi işin içinden daha da çıkılmaz hale getiriyor.

Tüm bu çarpık ve nerden baksan hastalıklı düzeni alınteriyle, emeğiyle, gerçek bir üretim ilişkisi ve gerçek bir çalışmayla yaratan milyonlarca insanın değiştireceğine inancımız tam olmalı.

Çünkü her ne kadar bir Squid Game oyununda gibi olsak da er ya da geç adalet tecelli eder. Tarih güzel öğreticidir.

Pir Sultan Abdal'ın dediği gibi “Bozuk düzende sağlam çark olmaz”. Bu bozuk düzenin çarkları şu ya da bu şekilde bugün işliyor görünse de milyonlarca emekçiye rağmen böyle bir sistemi devam ettirmek pek mümkün olmayacaktır. Çünkü zulüm ile abad olanın ve emeksiz zengin olanın sonu bir gün gelir berbat olur...

Not:

¹ 2020'de yayınlanan BM raporuna göre dünyada 1.6 trilyon dolar kara para aklanıyor ve 7 trilyon dolar vergi cennetlerinde saklanıyor. Bu rakam Türkiye'nin 2020 yılındaki milli gelirinin 10 katı. Bu rakamın yoksulluğa karşı kullanıldığında tüm Afrika'yı yıllarca doyuracağı aşikardır.

² Finans sermayesinin kendisi sermayenin tefeci özünü temsil eder ve özü itibariyle spekülatiftir. Dolayısıyla zaten emek verilmeden kazanılan bir temele dayanır. Burada kastedilen spekülatif sermayeye yönelişin yoğun bir "kitle kültürü" biçimine bürünmesi ve emeğiyle geçinen ama kenarda köşede bir şeyleri varsa da faizde, fonda, repoda, ya da dövizde "değerlendiren" bir ekonomik bakışın oluşmasıdır. Burada biz bir prototip olarak böyle bir bireyi ya da bir sistem olarak düşünürsek böyle bir rejimi; aynı Dostoyevski'nin Kumarbaz romanında ifade ettiği, rulet masasında kaybettikçe oynama isteği daha çok artan ve zamanla daha çok yoksullaşarak her şeyini kaybeden roman kahramanı Aleksey İvanoviç'in makus talihine benzetebiliriz.

³ 2020'de dönemin BM eş başkanı ve eski Litvanya Devlet Başkanı Dalia Grybauskaite, BM yolsuzluk ve Mali suçlar raporuna ilişkin, yolsuzluk ve vergi kaçakçılığının yaygın olduğunu ve çok sayıda bankanın ise bu şebekelerle gizli işbirliği yaptığına dikkati çekmişti.