Türkiye uzunca bir süre 14-28 Mayıs seçimlerini bekledi.

Muhalefet kendisini parlamenter seçimlere ve sandığa öyle bir odakladı ki, bu süreç gerici iktidarın kendi içinde konsolide olmasına ve -o ana kadar hiç görülmemiş şekilde- bir gericiler ittifakı olarak muhalefetin karşısına çıkmasına sebep oldu.

Kamuoyunda ve sol parti ve örgütlerde, sosyal demokrat partilerde genel hava seçimin kazanılacağı ve 21 yıllık gerici iktidardan ülkenin kurtulacağı yönündeydi. Bu olumlu havanın nedenleri üzerinde çok fazla düşünebiliriz; 21 yıllık AKP-MHP iktidarının metal yorgunluğu, ekonomik kriz, mülteci krizi, anket şirketlerinin yarattığı manipülasyona dayalı istatistiki veriler diye uzatılabilir.

Ülke belki de hiç bir seçim döneminde-iktidar açısından- bu kadar lümpen, basit, adi ve ucuz taktiklerin yaşandığı bir süreç yaşamamıştır. Gerici iktidarın devletin devasa finansal ve medya olanaklarını kullanarak yarattığı bu "sahte zafer", şimdilik onlara bir 5 yıl daha ülkeyi ve emekçileri soymak görevini vermişe benziyor.

“Buradan Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri için çıkarılacak sonuç nedir” sorusu üzerinde durmadan evvel ülkenin sol siyaset açısından yetersizlikleri, eksikleri ve zaafları üzerinde durmak çok önemli bir sorundur.

Türkiye'de devrimci sol bir siyasal mücadele pratiği kitlesel bağlamda neden yaratılamıyor bu uzun bir inceleme ve yazının konusu o ayrı.

Türkiye'de öncelikle geniş anlamda güçlü bir işçi sınıfı hareketi ve devrimci bir mücadele geleneğinden bahsetmek pek mümkün değildir. Sınıf hareketinin gelişmemesinin nedenleri arasında ülkenin kapitalist anlamda gelişim seyri kadar, burjuva sınıfının da yukardan aşağıya devlet aygıtını dizayn etmesi olarak kabaca gösterilebilir.

Burada başlıca nokta gelişebilecek devrimci bir atılımın daha ruşeym halindeyken korkak yönetici sınıfları tarafından bastırılması olarak nitelenebilir.

Türkiye batılı anlamda kitle mücadeleleri ve gelişimleri açısından Avrupalı ülkeler ve ABD’deki gibi bir pratik deneyim ve acılı bir dizi devrimci süreç hiç bir zaman yaşamamıştır.

Yakın tarihimizdeki 1971 Devrimci Hareketi ise-kendi özgün yanlarına rağmen- güçlü bir işçi sınıfı hareketine değil çoğunlukla Avrupa da gelişen 68 öğrenci pratikleri ve Latin Amerika da (Küba) gelişen birtakım devrimci deneylere dayanmaktadır.

Buna rağmen az sayıda var olan ve temeli 1908-1923 arası bir dizi devrimci laik bir dönüşümü temsil eden sosyal demokrat birikime dayalı bir muhalefet anlayışıyla 21 yıllık gerici iktidarın hesaplaşması şeklinde geçeceğe benzeyen bir süreç gericilerin tekrar iktidar olmasıyla sonuçlandı.

Bu laik ve seküler cephe (içinde sağcılarında olduğu) dışardan sosyalist blokun da katılmasıyla yaşanılan ekonomik krizinde etkisiyle seçimlerde olumlu sonuç alınacağı ve gerici parlamento da yeni bir sol blok yaratılacağı umudu taşıyordu.

Sosyalist partiler ise kendi içinde her ne kadar gerici iktidarın gönderilmesi konusunda uzlaşı halinde olsalar dahi bu fikri birlikteliği sağlayamadılar. Bunun nedeni gelişmeleri okuyamadıkları kadar siyasal süreci de kavrayamadıkları gerçeğidir.

Solun uzunca bir süredir parçalı yapısı bir tarafa işçi sınıfı ve geniş emekçi kitleler içinde ki tanınırlığı ve güçsüzlüğü, etki alanının darlığı bunun en büyük nedenidir. Tabi ki bunlar tek bir nedene bağlanamaz ama en başat ve çıplak neden budur. 

Şu unutulmamalıdır ki, iktidarı yöneten hangi sınıf ise o sınıf halkın içinde en örgütlü sınıftır. O sınıfı alt edecek ve geniş kitleler içinde örgütlenecek disiplinli ve inançlı kimseler olmadan hiç bir devrim ve siyasal gelişme başarıya ulaşamaz.

Sol sosyalist partilerin uzunca bir süredir örgütlenme ve mücadelelerini yadsımamakla birlikte bu mücadeleler yeterli değil.

Sosyalist hareketin kısıtlı imkanlarla taktire şayan mücadelesinin toplumun tümden dönüşümü için büyümesi gelişmesi gerekiyor.

Bu dönüşümün topyekûn sağlanabilmesi için mevcut örgütsel dağınıklığın giderilmesi yetmez. Son parlamenter seçimler gösterdi ki sürekli bir öz eleştiri ve yenilenme çağrısı da ise yaramıyor, burjuva siyasetin üstünde siyasal süreçlerin de doğru bir ideolojik yaklaşımla kavranması ve şimdilik sandığa sıkışmış görünen -ama özünde sokağa tasacağı aşikar olan- devrimci bir politikanın da önünün açılması gerektiği elimizde çıplak bir gerçek olarak karşımızda duruyor.