“Sizleri bir hayvan terbiye eder gibi şartlandırıp topun ağzına sürenlere boyun eğmeyin"

Charlie Chaplin

Bütün olumsuz sıfatları bir araya getirsek tek tek veya bazılarını hatta daha da pekiştirmek için tamamını tek adam yönetimini ifade etmek için kullansak ne olur. Tam isabet olur ne olacak?

Elbette buradaki sıfatlardan kastım politik terminoloji içinde kullanılanlara dairdir.

O tek bilendir, ak aktır da dese ak karadır da dese doğrudur (!)

"Umutsuzlar" sinemamızın en özgün isimlerinden Yılmaz Güney'in yazıp yönettiği ve oynadığı bir filmin adıdır. "Umut" da öyledir.

Umut yerini seçimlerden sonra Umutsuzlar'a bıraktı.

Umutsuzlar'ın adından esinlenerek senaryosunu bugünün siyasetine  uyarlamak gerekse; muhalefetin en büyüğü olan parti ve onun genel başkanı gönlünü güzeller güzeli iktidara kaptırmıştır. Saraya hapsedilen iktidarı çekip almak kolay değildir. Bekçileri hiç olmadığı kadar çoktur, hakem olması gerekenler taraftır. Bunların dışında zorlu bir engel vardır. Yüzde elli artı biri bulmak şart.

Hepi topu eldeki yüzde 25 o koltuğa oturmak onu saraydan alıp Çankaya'ya taşımak için yetmiyor. Bunu herkes biliyor onun için masa kurulmalı, bu masada tıpkı iktidarı elinde tutanlar gibi yerli ve milli muhafazakarların olması şarttır, keza toplumun geneli sağdadır. Sağdaki iktidarı yenmek için direksiyonu daha fazla sağa kaydırmak da şart.

Sol zaten çantada keklik. Elleri mahkum bol sıfatlı rejimden kurtulmak istiyorlarsa yapacakları bir şey yok, biliyorlar yok, aksini yaparlarsa bir bölen olurlar.

Matruşka gibi iktidar partisinin içinden çıkıp gelenlerin oyunun yüzde kaça tekabül ettiği mühim bile değildir. Mühim olan (iktidar) olma aşkıdır. Mühim olan sinerji. Senaryo Özal'a rahmet okutacak cinsten altı yedi eğilimin ortak adayı olunursa yeni jön, kötü karakteri alt edecektir.

Tek adamın koltuk değneğinin içinden çıkan dişi kurdun kemirdiği masayı bir ara terk etmesinin sonrasında masaya dönmesinin bir şartı olacaktır elbette. İstediği atla deve değil yani... İki büyük şehrin seçilmişlerinden biri olmuyorsa o zaman 6 yardımcı oyuncuya ek olarak ikisinin birden yardımcı oyuncu olarak sahneye çıkmasıdır. Bu teklifi de kabul edilir.

Seçimin ikinci tur'a kalmasıyla "umut" yerini "umutsuzlar"a bıraktığı, yumurtanın kapıya dayandığı son iki buçuk günde ne sözlerin ne tavizlerin "ümit" edildiğini, nasıl çark edildiğini duyduk, gördük, yaşadık, ağızlar bir karış açık kalsa da bu kadar olmaz denilse de gıkını çıkaran olmadı...

"İki kişinin namusuna emanet" sözlerin bizleri nasıl bir topun ağzına sürdüğünü hayıflanarak görüp izledik...

Figüranların neredeyse tamamı (Cemal Enginyurt hariç o sinemanın Hulusi Kentmen'i ) boyuna posuna bakmaksızın trajik sonun hiçbir sorumluluğunu üstlenmediği için zeytinyağı gibi üste çıkmaya başladı. İçeriden olan bir Şehremini değişimin şart olduğunu söylemeye başladı. Baş oyuncu yenilmedik ki, dedi. Bir kaptan olarak gemiyi sapasağlam limana götürmenin görev olduğunu söyledi ve görevinin başında...

Koltukta oturanlar yerelden genele, büyükten küçüğe hep ben, ben, ben diyor. Hepsi birer tek adam. Olmazlarsa gerisi tufan maazallah. Her dönem, her zaman, her yerde illaki olacaklar...Suyun başında hiç olmazsa halay başında olmak onların hakkı.

Lenin'in başlıktaki sözünün bizde hemen her gün hayat bulduğunu gördük, yaşadık. Bu söz kime söylenmişti oysa ve neyse bu ayrı mevzu...

AKP iktidar olduğundan beri gündemi hep belirleyen oldu, doğrusu onun lideri Erdoğan muhalefetin nerede, ne zaman ve nasıl tepki vereceğini bildiğinden olsa gerek iktidarın yanında muhalefeti de yönetmeyi gayet iyi beceriyor.

14 Mayıs seçimleri öncesinde bir ara muhalefetin söylemlerinin gündem olması, rejimin  muhalefetin gerisine düşmesi bir değişimin yaşanacağı algısını ortaya çıkardı. Öyle ki, bu algının verdiği umut pompalandıkça zafer kapının eşiğine kadar gelip bekliyordu sanki, ona kavuşmak an meselesiydi. Bu an seçim günüydü ve artık kaçınılmaz gibiydi.

Buna inananlar seçim yenilgisiyle darmadağın oldu adeta.

Kırgınlıklar domino taşı etkisiyle bütün umutları teker teker yıkarak ilerlerken kaçınılmaz sonun bir felaket olduğu, bu durumun artık değişmeyecek olduğu, kimin ne hali varsa göreceği tek gerçek olarak duruyor.

 Siyasetten uzaklaşma tiksinti düzeyinde kendini gösteriyor. Hayat pahalılığı karşısında oh olsun, görsünler bakalım diyenden geçilmiyor..."Nasıl koyduk ama'cılar vardı şimdi nur topu gibi " beter olsun" diyenlerimiz de oldu...

Halkın yoksulluğunun her gün biraz daha derinleşerek sürmesinin iyi olduğu, oy veren halkın bunu hakkettiği söylemi genel geçer bir doğru olduğu tespitinin verili duruma teslimiyeti ifade ederken buna anasıyla yavrusuyla muhalefetin katkısı ise tartışmasız oranda belirleyicidir.

Her şey çok güzel olacak gitti her şey çok daha kötü olacak geldi. Daha beter olsun diyen umutsuzlar her şeyi uzaktan takip eder oldular. Hatta takibi bırakarak kenara çekilip kendi kendilerine konuşmayı veya hepten susmayı bir haklılık zemini olarak savundular...

“Kıyamet çoktan koptu.

Haberiniz yok.

Siz hâlâ güneşin, her sabah

doğuşuna güvenin.”

Metin Altıok

 "Umutsuzlar" filminin kabadayısı Fırat tehlikeli yaşamının bir gereği olarak silahsız gezmezken sevdiği kızın teklifiyle silahı bırakır ve trajik sonla karşılaşır.

"Umut"un fukara Cabbar'ı faytonculuk yaparak ailesinin yaşam mücadelesiyle cebelleşirken tek geçim kaynağı atı, bir araba çarpması sonucu ölünce artık emeğiyle geçimini sürdüremeyeceğini düşünür, piyangodan da umduğunu bulamayan Cabbar'ın defineciliğe merak sarması da işe yaramaz.

Emekçilerin birleşmekten, ortak hareket etmekten başka seçeneği mi var? Tarih defalarca buna tanıklık etti. Seçimlere bir Milli Piyango gibi sarılmak sonuçta umutsuzluğa hizmet ederken birleşen emekçi ellerin Umut'u işaret ettiğini akıldan çıkarmamak gereklidir.

"İnsan zihni, maddi dünyayı yansıtmakla kalmaz, onu değiştirir de."

Lenin