Yayın yaşamına yeni başlayan Gazete Münevver’de münevver gazeteciliğin öyküsünü hep birlikte coşku ve ilgiyle okuyacağız ama bu coşkuya münevver hukukçuları anlatarak ortak olmanın kıvancı bana ait.

Münevver, aydın ya da entelektüel tanımlamamız gerekirse de, tartışmalarına uzun uzadıya girmenin anlamı yok. Aslında aynı anlama gelen bu üç sözcük her döneme ve politik eğilime göre defalarca incelendi, yer yer lekelendi ya da yanlış tanımlandı. Bence bu konu Fikret BAŞKAYA tarafından tamamen çözümlendi.

Özetlersek, BAŞKAYA’ya göre [Fikret BAŞKAYA. “Paradigmanın İflası” Özgür Üniversite Kitalığı:32. Maki Basın Yayın. Ankara. 2006] aydın kişi, donanımlı ya da alanında otorite olacak kadar bilge olana değil, resmî ideoloji başta olmak üzere siyasal iktidarın topluma dayattığı her tür hurafeye ve efsaneye karşı gerçeği savunan ve bu nedenle de siyasal iktidara eleştirel ve bağımsız yaklaşan kişidir. Buna karşın siyasal iktidarla yakın ilişkisi nedeni ile eleştirel tavırdan yoksun olan bilgili biri aydın değil, olsa olsa uzman olur. Dolayısı ile aydın, münevver ya da entelektüel kişi emek ve sermaye çelişkisini ve sınıflı toplumdaki sömürü ilişkisini hegemonik araçlarla sürdüren ve gizleyen siyasal iktidara karşı eleştirel tavır almalıdır.

DREYFUS OLAYI

Bu bağlamdaki entelektüellik tartışmaları da ilk olarak Fransa’da yaşanan Dreyfus Olayında başlamıştır. Alman askerî ateşesine yazılan ve Fransa’ya ait bilgilerin paylaşılacağını vadeden imzasız bir mektup Fransa istihbaratı tarafından ele geçirildi. Bu mektuptaki el yazısının Yüzbaşı Alfred Dreyfus’un el yazısına benzerliği öne sürülerek, Dreyfus 1894 yılında casusluktan tutuklandı. Daha sonra mektubun Binbaşı Easterhazy tarafından yazıldığı ortaya çıkmış olsa bile, Easterhazy beraat etti ve Dreyfus’un ise yeniden yargılanması sağlanamıyordu. Bu olayın basında tartışılması ve Émile Zola’nın L'Aurore gazetesinde “Suçluyorum...!” (J’Accuse...!) başlıklı cumhurbaşkanına yönelik açık mektubu üzerine birçok aydının benzer bildirilere imza atması sonucunda Dreyfus 1906 yılında beraat etti ve görevine geri döndü.

Dreyfus Yahudi bir askerdi, hem Yahudi düşmanlığı hem de yükselen milliyetçilik nedeni ile Dreyfus suçlanması kolay biriydi. Émile Zola [Gül Tekay Baysan. "Dreyfus Davası: Gerçek ve Adalet Savaşçısı Zola". Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt 19, Sayı 1.] ve diğer aydınların gerçekçi yaklaşımı, adalet arayışı ve siyasal iktidara karşı eleştirel tavrı, onları uzmanlardan ayırt eden özelliklerdi.

OLAĞANÜSTÜ YARGILAMALAR

Gazetecilik ve avukatlık, diğer işlerle karşılaştırıldığında, toplumsal gerçekler ve yalanlarla görece daha içli dışlı işlerden sayılabilir. Siyasal otoritenin yargılama ve hükmetme geleneği ile birlikte geçmişi antik çağlara dayanan avukatlıkta da [Av. Semih Güner. “Avukatlık Hukuku” Ankara Barosu Yayınları. Eylül, 2003] gerçekle ilgilenen aydınlar ve ilgilenmeyen uzmanlar her dönem mevcuttur.

Karl Marx’ın Fransa’da İç Savaş yazısında belirttiği gibi:

“Burjuva düzeninin köleleri, efendilerine karşı baş kaldırdıkları zaman, bu düzenin uygarlık ve adaleti, tüyler ürpertici iç yüzü ile gözler önüne serilir. Bu gibi durumlarda, sözü geçen uygarlık ve adalet de bütün peçelerini yüzünden atmış bir vahşet ve yasa tanımaz intikam görünümüyle su üstüne çıkar. Zenginliğe el koyanlarla üreticiler arasındaki sınıf mücadelesinde patlak veren her yeni bunalımda bu olgu gitgide daha açık seçik biçimde belirir.” [Karl MARX. Der: Rona SEROZAN. “Marx/Engels Devlet ve Hukuk Üzerine” Çağdaş Hukukçular Derneği Yayınları 1]

Buna göre, burjuvanın kölelerine gerçekleri anlatan aydınlar, olağanüstü yargılama tedbirleri dahil olmak üzere her tür baskı ve şiddet ile yüzleşirler. Burjuvanın muştuladığı insan hakları, temel hak ve özgürlükler aydınlar için tamamen hiçe sayılabilir. Ülkemiz tarihi bu tür baskı ve şiddet ile yazılıyor. Hukukumuzda olağanüstü tedbirlerle donatılmış mahkemelerin sürekli tabelaları değişiyor: İstiklâl Mahkemesi, Devlet Güvenlik Mahkemesi, Sıkıyönetim Mahkemesi, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri vs... ancak geleneği hiç değişmiyor; hatta gün geçtikçe daha da hukuk tanımaz ya da daha alelade ve lakayıt bir usul uyguluyorlar. Bu durumun günümüzdeki popüler karşılığı: düşman yargılaması.

ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR

68 Kuşağına siyasal iktidarın tepkisi niteliğindeki 12 Mart 1971 Muhtırası ve devamında yeniden şiddetlenen yargılama pratiğine karşı Sabahattin Ali, Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi aydın ve devrimcilerin de vekilliğini üstlenen Av. Niyazi Ağırnaslı ve Av. Halit Çelenk gibi üstatların öncülüğünde 1974 yılında Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) kurulmuştur. Kurulduğu günden bu yana siyasal iktidarın tüm hukuksuzluklarına, hak ihlallerine ve terörüne karşı mücadele yürüten ÇHD, hukuk mücadelesi ve avukatlık geleneğinin ülkemizdeki karşılığıdır. Elbette bu geleneği kendi özgün tarzı ile yürüten başka dernek ve bürolar da yakın zamanda mutluluk verici bir biçimde kurumsallaşıyor.

İş cinayetleri, toplumsal katliamlar, cezaevi katliamları, ezgiye uğrayan işçiler, öğrenciler, eylemciler, işkenceler ve fail-i meçhullere karşı devletin cezasızlık politikasına ve muhalif kişilere yönelik devletin suçlulaştırma politikasına karşı ÇHD geleneği hukuk mücadelesi verir. Bu nedenle de tıpkı temsil ettiği kişiler gibi ÇHD üyeleri de bu baskı ve şiddetten nasibini alır: birçok üyesi yargılanmış, şiddete uğramış ve Av. Tahir Elçi gibi katledilmiştir.

ÇHD YARGILAMALARI

Gezi Eylemlerine katılan kitlelerin meşru öfkesinin ne olduğu üzerine, siyasal iktidarın ekonomik ve baskıcı politikalarına dair birçok neden üretildi, bu çözümlemelerin çoğuna katılmakla birlikte, kanımca bir konunun üzerinde hak ettiğinden az duruldu.

11 Eylül 2001 saldırısı sonrasında gelişen yeni emperyalist paylaşım savaşı sonrasında Orta Doğu hem büyük projelerle hem de Arap Baharı bahaneleri ile yeniden paylaşılırken Türkiye de 2010 yılından sonra bu paylaşım savaşına dahil olmak üzere çılgınca ve saldırgan bir dış politika yürütmeye başladı. Türkiye’nin Suriye Savaşına müdahale etmek için söylemlerini sertleştirmesi, El Nusra gibi silahlı örgütlerle yakın ilişkiler kurması ve Reyhanlı’daki bombalı saldırı gibi olaylar da Gezi Eylemlerini tetikleyici bir unsurdu.

ÇHD de tıpkı aydın gazeteciler gibi bu olayları Gezi Eylemleri öncesinde de yakından takip ediyordu, ÇHD Başkanı Av. Selçuk Kozağaçlı’nın Suriye’ye ziyaretinde incelemeler yaptığı sırada 18 Ocak 2013 tarihinde Halkın Hukuk Bürosu kolluk gücünün baskınına uğradı ve 11 ÇHD üyesi avukat gözaltına alındı. Kozağaçlı hakkında ise yakalama emri düzenlenmişti; iki gün sonra ülkeye kendi iradesi ile dönmesine rağmen diğer 9 avukat ile birlikte tutuklandı.

Elbette ÇHD’li avukatlara yönelik suçlamalarda Suriye incelemelerine pek yer verilmedi. Yöneltilen suçlamalar emniyetin düzenlediği sahte raporların, MİT’ten geldiği iddia edilen ve aslı halen mahkeme sunulmayan dijital kayıtların, en hafif tabiri ile bazı ilgisiz gizli tanık ifadelerinin ve onurlu bir avukatlık geleneğine karşı suçlulaştırılma çabasının ürünü olan absürt iddialardan ibaretti. Siyasal iktidarı asıl rahatsız eden de bu avukatlık geleneğinin başarısıydı. İddiaların tamamı ya savunma tarafınca çürütüldü ya da kesin bir biçimde çürütülme tehlikesi üzerine mahkeme tarafından incelenmeden geçiştirildi.

17-25 Aralık 2013 operasyonları sonrasında siyasal iktidar kendisine yönelen yargısal şiddetten kaçınmak üzere tutukluluk şartlarını değiştirdi, özel yetkili ağır ceza mahkemelerini lağvetti ve ülkede geçici süreliğine birçok kişi tahliye edildi. Bu gelişmeler nedeni ile mahkeme heyeti değişti, ÇHD üyesi olan avukatlar da derhal serbest bırakıldı.

Elbette bu tutukluluk şartları hem 2015 İç Güvenlik Kanunları hem de 2016’daki OHAL kapsamında yeniden ağırlaştırıldı. Bu sırada önceki soruşturmaların kolluk görevlileri, savcıları ve yargıçları FETÖ üyesi olarak suçlandıklarından dolayı ya kaçak ya da tutuklu hale düştüler. Bu kişiler hakkında başka soruşturmalarda sahte delil üretmek dahil olmak üzere birçok suçtan yargılama yapıldı. Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri yeniden yasalaştı ve sahneye çıktı. Dolayısı ile mahkeme heyeti yeniden değiştirilmiş oldu.

Bu gelişmelerin ardından ilk yargılama meşruiyetini yitirdiği için siyasal iktidar yeni bir soruşturmaya ihtiyaç duyduğundan, 2017 yılında HHB’ye aynı deliller üzerinden yeni bir soruşturma kapsamında polis operasyonu düzenlendi ve Av. Selçuk Kozağaçlı ve Av. Ebru Timtik’in de aralarında bulunduğu 17 avukat tutuklandı. 14 Eylül 2018’de savunmalarını sunan avukatlar mahkeme heyeti tarafından tahliye edildi ama savcılığın itirazı sonucunda avukatların 12’si 15 Eylül’de yeniden tutuklandı. Bu arada mahkeme heyeti yeniden değiştirildi.

Siyasal iktidarın ihtiyaçları ve ittifakları nedeni ile birçok savcı ve yargıç değişikliği yapıldı; eski tetikçi polis, savcı ve yargıçları terörist olmakla suçlanıp görevden alındı ya da sanıklar lehine karar veren savcı ve yargıçlar başka mahkemelere atanıp davadan el çektirildi. Doğal yargıç ilkesinin böylesine zedelendiği dünya üzerinde başkaca bir dava yoktur: davaya şu ana kadar toplam 37 savcı ve 42 yargıç el attı .[Av. Selçuk Kozağaçlı. 7-11 Kasım 2022 tarihli duruşmalarda sunduğu Savunma Beyanı. Kaynak: https://cagdashukukcular.org/yayin/selcuk-kozagacli-7-11-kasim-savunma/]

Tutuklu yargılanan Av. Ebru Timtik adil yargılanmadığı ve burjuva hukukunun bile davada tamamen hiçe sayıldığı nedenleri ile açlık grevine başladı, 5 Nisan 2020’deki Avukatlar Günü’nde açlık grevi eylemini ölüm orucuna dönüştürdüğünü açıkladı ve 238 günlük açlığın ardından 27 Ağustos 2020’de yaşamını yitirdi.

Bu kadar yargıç ve savcı eskiten ve henüz kesinleşmemesine rağmen 10 yılını dolduran bir davanın en sonunda şekillenmiş olan mahkeme heyetinin ise vereceği karar aşağı yukarı belliydi. Her avukat terör örgütü propagandası yapmaktan ya da üyelikten suçlu bulundu, çeşitli kademelerde 12 yıla kadar her avukata ceza verildi. Av. Selçuk Kozağaçlı, Av. Oya Aslan ve Av. Barkın Timtik halen tutuklu. Diğer bazı avukatlar ise hükümlü ya da HAGB koşulu ile serbestler. Dava hakkında daha fazla bilgi için Av. Selçuk Kozağaçlı’nın son savunma beyanını okuyabilirsiniz.[  Av. Selçuk KozağaçlI. a.g.e.]

Tabi ki bu mücadele henüz sonlanmadı ve sonuçları kahraman avukatlar için dramatik olsa da bu vahim sonuç aynı zamanda mücadelenin başarısının göstergesidir. ÇHD kuruluşunun 50. yılında aynı geleneği sürdürüyor. Kozağaçlı’nın duruşmadaki şu beyanını da unutmuyorum, mealen aktarmak gerekirse “Her ne kadar işimizin doğası burjuva hukuku alanı içerisinde legal bir mücadele olması nedeni ile reformist bir mücadele gibi görünse de, bu mücadele reformizme terk edilemeyecek kadar kıymetlidir.”

Ancak şunu da hiç unutmamalıyız, hukukçular bu mücadelede ne denli başarılı da olsalar, davanın toplumsallaşmadığı durumlarda kayıplar kaçınılmaz, bu nedenle de gazeteciler de direnişçiler de bu mücadelenin ana ortaklarıdırlar.

Hitler Almanyasında yaşanan 1933 Reichstag Yangınında suçlu ilan edilenler komünistlerdi; daha sonrasında Naziler tarafından planlanan bir komplo olduğu ortaya çıktı. Reichstag yangınından dolayı yargılanan Komünist Parti üyesi Georgi Dimitrov’un savunmasının son sözleri [Georgi Dimitrov. “Faşizmin Yargılanması – Leipzig 1933”. Çev:Olcay GERİDÖNMEZ. Evrensel Basım Yayın-137. İstanbul. Ocak 2000.] bu yazının da kapanışı olsun:

Dimitrov: Reichstag Yangınının tamamıyla aydınlatılması ve gerçek kundakçıların ortaya çıkarılmasına gelince, bu, elbette gelecekteki proletarya diktatörlüğünün halk mahkemesine saklı kalacaktır.

17. yüzyılda, bilimsel fiziğinin kurucusu Galileo Galilei, mezhep sapkınlığı suçlamasıyla, ölüm cezasına çarptırılmak üzere katı Engizisyon Mahkemesi’nin karşısına çıkarılmıştır. Kesin bir kararlılık ve inançla haykırmıştır ki: ‘Her şeye rağmen, dünya, yine de dönüyor.’ Ve bu bilimsel tez daha sonra tüm insanlığa ait bir olgu haline geldi.

(Başkan birden Dimitrov’un sözünü keser, ayağa kalkar, kâğıtlarım toplar ve çıkmaya hazırlanır.)

Dimitrov (devam eder): Biz komünistler, ihtiyar Galilei kadar büyük bir kararlılıkla bugün şöyle diyebiliriz: Yine de dönüyor! Tarih çarkı ileriye dönmektedir: Sovyet Avrupa’ya doğru, Sovyet Cumhuriyetleri Dünya Birliği’ne doğru! Ve bu çark, Komünist Enternasyonalin önderliğindeki proletarya tarafından döndürülen bu çark, ne kıyımlarla, ne hapis cezalarıyla ne de idam cezalarıyla durdurulabilir. Bu çark dönmektedir ve komünizmin kesin zaferine dek dönmeye devam edecektir!

(Polis Dimitrov’u yakalar ve onu sanık sandalyesine oturmaya zorlarlar. Mahkeme heyeti Dimitrov’un konuşmasına devam edip edemeyeceği konusunda karar vermek için çekilirler. Heyet, Dimitrov’un söz hakkının kesin olarak alındığını açıklamak için salona döner.)