31 Mart 2024'te yapılacak olan yerel seçimler, Türkiye'nin siyasi geleceği açısından kritik öneme sahip. Hem Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybeden muhalefet hem de yerel seçimlerde iktidarını kaybeden AKP, bu seçimlerde başarılı olmak için ellerinden geleni yapacak.
Bu seçimlerde belirleyici olacak konulardan biri, Türkiye'nin batısındaki büyükşehirlerde Kürtlerin oyları olacak. Bu nedenle, Kürt seçmenin desteğini almak isteyen her parti, DEM Partisi ile yakınlaşmak zorunda.
Bu kapsamda, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş ile DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, 7 Aralık'ta bir görüşme gerçekleştirdi. Bu görüşmenin ardından, CHP Genel Başkanı Özgür Özel de 13 Aralık günü DEM Parti Genel Merkezi'ni ziyaret etti.
Bu görüşmeler, yerel seçimler öncesinde yapılan yoklama ziyaretleri olarak değerlendiriliyor. Bu ziyaretlerin önümüzdeki günlerde nasıl şekilleneceği, DEM Partisi'nin nasıl bir strateji izleyeceğini ve muhataplarından neler talep edeceği merak konusu.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, Artı Gerçek’ten İrfan Aktan’ın sorularını yanıtladı.
Bugün partinizi ziyaret eden CHP Genel Başkanı Özgür Özel’le görüşmenizde gündeme gelen ana konular nelerdi?
Doğrusu şu aşamada, görüşme sonrasında Sayın Özel’le yaptığımız ortak açıklamada söylediklerimizin dışında herhangi bir değerlendirme yapamayacağım.
Peki CHP veya diğer partilerle buna benzer görüşmeleriniz devam edecek mi?
Bunlara dair net bir takvim veya çerçeve söylemek mümkün değil. Zaman gösterecek.
Sizin DEM Parti olarak diğer partilerden özel olarak randevu talepleriniz olacak mı?
Önümüzdeki günlerde Parti Meclisi toplantımız yapılacak ve oradaki değerlendirmeler ışığında yol haritamız ortaya çıkacak.
Yerel seçimlerde Türkiye’nin batısında nasıl bir strateji izleyeceğiniz hâlâ net olarak bilinmiyor. Bir yandan İstanbul başta olmak üzere her yerde aday göstereceğiniz, bir yandan da çeşitli işbirliği tartışmalarına açık olduğunuz söyleniyor. Bu konudaki belirsizlik ne kadar devam edecek?
Aslında birazdan konuşuruz; bizim açımızdan bir belirsizlik yok. Seçeneklerimiz masada. Halkımızda Türkiye’nin her yerinden kendi adaylarımızla seçime girme eğilimi çok güçlü. Fakat aynı zamanda daha önce açıkladığımız gibi, kent uzlaşısı çerçevesinde bir yaklaşıma da DEM Parti olarak uzak değiliz.
Kent uzlaşısından kastınız, örneğin Ekrem İmamoğlu’nun bahsettiği “İstanbul ittifakı” türü bir uzlaşı mı?
Yerelin dinamiklerinin dikkate alınması bizim açımızdan çok önemli. Kent uzlaşısından kastımız, kentlerdeki demokratik kitle örgütlerinden sivil toplum kuruluşlarına, yöre derneklerinden kadın, ekoloji hareketlerine, insan hakları savunucularına kadar örgütlü tüm kesimleri, kent halkını ve o halk dinamiği içindeki çeşitliliği gözeten, bunu kapsayan bir yaklaşım.
BATIDA DA, KÜRDİSTAN’DA DA İŞBİRLİKLERİNE KAPALI DEĞİLİZ
Peki bu çerçevede ittifaklara hazır mısınız?
Batıda da, Kürdistan’da da işbirliklerine elbette kapalı değiliz ama Türkiye’nin batısında kendi adaylarımızla seçime girme eğilimimiz çok güçlü. 2019 ve 2023 seçimlerindeki stratejimiz AKP’ye, rejime kaybettirmek üzerineydi. Şimdi artık kazanmak istiyoruz. 2024 yerel seçimlerinde bizim de halkımızın da temel motivasyonu bu olacak. Türkiye’nin batısında muhataplarımızla işbirliği masasında oturmamız bu çerçevede ve halkın gözleri önünde, şeffaf bir biçimde olur.
Diyelim ki AKP’nin İstanbul adayı İmamoğlu’nunkinden daha ileri bir programla kapınızı çaldı. Destekler misiniz?
Bu soruya şu aşamada net olarak “evet” veya “hayır” diyemiyorum. Parti olarak oturup değerlendireceğiz. Bu konuda ne nihai bir kararımız var, ne de olgunlaşmış bir temas söz konusu.
KÜRTLERİN İRADESİ BATIDA DA YEREL YÖNETİMLERE YANSIMALI
Yani CHP ve AKP’den bu çerçevede henüz sizinle herhangi bir görüşme veya temas olmadı mı?
Bugün (13 Aralık) CHP Genel Başkanı Sayın Özgür Özel bizi ziyaret etti. Görüşmeye dair değerlendirmemizi zaten kamuoyuyla paylaştık. Öte yandan yerel seçimlerle ilgili stratejimizi tek bir görüşme belirlemeyecek. Parti olarak kendi aramızda, halkımızın da talepleri doğrultusunda, bize en büyük kazandıracak stratejiyi izleyeceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın. Ama şu anda stratejimizi netleştirmek için zamana ihtiyacımız var.
Neden?
İki nedenle… Bir kere kendi içimizdeki tartışmaları daha iyi bir seviyeye getirmek istiyoruz. Mayıs seçimlerinden hemen sonra kendi örgütlerimizle gerçekleştirdiğimiz yoğun toplantılardan süzülen bilgi ve değerlendirmeleri, oradan elde ettiğimiz birikimi gözardı etmeden yol alacağız. İkincisi de bizim dışımızdaki siyasi partilerin pozisyonuna, yaklaşımlarına bakacağız. Dolayısıyla aslında bizim açımızdan net olmayan bir şey yok. Fakat partimizin yeni ismiyle söyleyeyim, yerel seçim stratejimiz “DEM’lenme aşamasında.
POZİTİF AYRIMCILIK VEYA LÜTUF DEĞİL, GÜCÜMÜZE DENK GELEN KATILIMI İSTİYORUZ
Geçtiğimiz günlerde Eş Genel Başkanınız Tuncer Bakırhan “Bir Kürt imamı Büyükşehir Belediyesinde çalışırken gözaltına alındığında ona sahip çıkılsın diye verdik. Yargılanmayan, soruşturmaya uğramayan tek bir Kürt var mı? Bir imama dahi sahip çıkmayan bir anlayışa niye oylarımızı verelim” dedi. Bu sözlere karşı “ne yani, İstanbul’da yapılan yoldan, köprüden, belediye hizmetinden oradaki Kürtler de yararlanmıyor mu” gibi eleştiriler yapıldı. İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Mersin’de veya diğer illerde CHP’li veya AKP’li adaylar lehine tutum almanız için size ne tür teminatlar verilmesini bekliyorsunuz?
Bir kere Kürt halkının iradesinin Batı’da da yerel yönetimlere yansıması gerekiyor.
Nasıl mesela?
Halkımız bahsettiğiniz kentlerin yerel yönetimlerinin her kademesinde temsil edilmek istiyor. Bu kent demokrasisinin inşası açısından da çok önemlidir. Pozitif ayrımcılık ve lütuf değil, gücümüze denk gelen hakkı, katılımı istiyoruz. Halkımızın varlığı ve iradesi her yerde yönetimlere yansımalı. Aksi halde kent demokrasisi inşa edilemez.
KÜRDÜN ADINI ZİKRETMEDEN OYUNA TALİP OLAMAZSINIZ
Yani kapınızı çalacak olan CHP veya AKP’den örneğin İstanbul için belediye meclis üyelikleri mi isteyeceksiniz?
Aslında bizim böyle bir talepte bulunmamıza bile gerek yok. Olması gereken bu zaten. Bu çerçevede herhangi bir işbirliği gerçekleşse bile bu, kimsenin bize sunduğu lütuf olmayacaktır. Halkımızın örgütlü gücünün, varlık mücadelesinde elde ettiği kazanımların her yerde somutlaşması gerekiyor. Öte yandan kimse bizi “ne yani, İstanbul’daki köprüden Kürtler de geçmiyor mu, belediye otobüslerine binmiyor mu” türünden argümanlarla küçük pazarlıklara itmeye çalışmasın. Biz bazı partilerin yaptığı gibi bu tür hesaplar içinde değiliz. Bizim meselemiz büyük. Biz, Kürtleri yok sayan anlayışın bitmesini istiyoruz. Toplumun da, siyasi partilerin de bu konuda tarihsel bir dönüşüm içine girmesi gerekiyor. Kürdün adını zikretmeden oyuna talip olamazsınız.
Kürtlerin adını zikrediyorlar aslında…
Evet ama sadece seçimde oy almak için.
ADALETSİZLİK KARŞISINDA ÇİFTE DEĞİL, DEMOKRATİK STANDART İSTİYORUZ
Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu Mohammed Hassan Şeyh Mohamud’un İstanbul’da motokurye Yunus Emre Göçer’i nasıl öldürdüğünün ortaya çıkmasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin kamera kayıtlarını yayınlaması belirleyeci oldu. Oysa örneğin 3 Mayıs 2023 günü İstanbul-Kadıköy’de Kürt genci Cihan Aymaz Kürtçe şarkı söylediği için ırkçı bir saldırı sonucu öldürüldüğünde belediye bu konuda ciddi bir gayret sarf etmedi. Elbette iktidar zaten kılını bile kıpırdatmadı. Fakat İstanbul Büyükşehir Belediyesi veya Kadıköy Belediyesi pekâlâ Cihan Aymaz anısına, katledildiği yere bir simge koyabilirdi. Aynı şekilde 10 Ekim 2015’te Ankara’da IŞİD eliyle yapılan katliamda hayatını kaybedenlerin isimleri hâlâ Gar’ın karşısındaki teneke bir anıtta duruyor. Ankara Büyükşehir Belediyesi hâlâ oraya bir anıt bile dikmedi…
Maalesef bizim 2019’da destek verdiğimiz belediye başkan adaylarının Kürtler söz konusuyken bu tür refleksleri olmadı. Bugün 10 Ekim Gar Katliamı Derneği yöneticileri bize kongre sonrası “hayırlı olsun” ziyaretine gelmişti. Yıllardır tamamlanmamış olan anıt projesinin hâlâ yapılmadığından yakınıyorlardı ama nihayet bu proje gerçekleştirilecekmiş. Cihan Aymaz gibi bir Kürt genci ırkçı saldırıyla İstanbul gibi bir şehirde katlediliyorsa, bu acıyı unutturmamak gerekiyor. Diğer yandan ailesinin acılarını paylaştığımız motokurye Yunus Emre Göçer için adaletin sağlanması konusunda yapılan katkıları değerli buluyoruz. Biz adaletsizlik karşısında çifte değil, demokratik standart istiyoruz. Hatırlayın, Mart 2019’da Yeni Zelanda’nın Christchurch kentindeki bir camiye yapılan ırkçı saldırıda 51 insan katledilmişti. Bunun üzerine Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern ve çok sayıda kadın saldırıya uğrayan yerlerden biri olan El Nur Camii’ndeki törene başörtüsüyle katılmıştı. Peki ne oldu, Yeni Zelanda bölündü mü? Başbakan başörtüsü takınca Yeni Zelanda’ya şeriat mı geldi!
HALKIMIZ KENDİ PARTİSİNİ YOK SAYARAK KAPISINI ÇALANLARA YOL GÖSTERDİ
Geçtiğimiz akşam CHP’ye yakın bir isim TV programında DEM Parti aday çıkarsa veya aksi yönde karar alsa bile Kürtlerin gidip İmamoğlu’na oy vereceğini söylüyordu. Bir yandan da İmamoğlu’nun bu konuda biraz rahat olduğu da görülüyor, yanılıyor muyum?
Bu Kürtlerin gerçekliğini okuyamayan, dolayısıyla doğru olmayan bir yaklaşım. Kürtler açısından elbette belediye hizmetleri önemlidir ama ister Diyarbakır’da, ister İstanbul’da yaşasın, Kürtler açısından öncelikli olan kendi kimlik meseleleri ve değerleridir. Dahası, DEM Parti’nin tabanı örgütlüdür ve bu örgütlülüğün arkasında da küçük çıkarlar değil, büyük meseleler yatıyor. DEM Parti kendi tabanıyla örgütlü bir bağ içinde siyaset yapıyor. Halkımız kendi partisiyle, Kürt sorununa yaklaşımı dolayısıyla ideolojik bir bağ içinde. Devlet yıllardır bu bağı koparmak için parti kapatmalar dâhil her türlü yöntemi uygularken başarısız oldu. Bazı yerel yöneticiler 2019’dan sonra bizimle değil de tabanımızla temas kurarak bu bağı zayıflatabileceklerini düşündüler, ama yanıldılar. Biz masa başında oturarak halkımıza yol göstermiyoruz. Aksine, halkımızla birlikte yol yürüyoruz. Zaman zaman halkımız bizi eleştirse de bu değişmiyor. Halkımız, kendi partisini yok sayarak kapısını çalanlara daha önce defalarca yol gösterdi. Bunun iyi anlaşılması gerekiyor.
Diyelim ki İstanbul’un CHP’nin, Ankara’da ise AKP’nin adayı sizi işbirliğine ikna edecek bir programla geldi. Böyle bir durumda şehir bazlı işbirliklerine mi gideceksiniz?
Bu konuda da çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Partimizin ilgili kurulları her türlü veriyi topluyor. Ama netice itibariyle biz sadece belediye bazlı değil, bir bütün olarak siyasi partilerin politikalarına bakacağız.
2019’DA BASİT PAZARLIKLARLA HAREKET ETMEDİK, BUGÜN DE ETMEYİZ
Yani CHP veya AKP belediye başkan adaylarının söyleminden ziyade tabi oldukları partinin yaklaşımına mı bakacaksınız?
Elbette. Çünkü bizim yaklaşımımızı esas olarak merkezi siyaseti ilgilendiren ilkeler etkileyecek. Biz 2019’da AKP’ye kaybettirme stratejisi kurarken de basit pazarlıklar için hareket etmedik, bugün de etmeyiz. Bizim çok daha büyük bir meselemiz var: Türkiye’de Kürt sorununun demokratik çözümü ve Kürtlerin eşit yurttaşlık taleplerinin karşılanması, tüm halkların eşit, özgür yaşayabilecekleri bir demokratik sisteme kavuşması. Elbette yerel yönetimler bütün bu taleplerin karşılanacağı mekanizmalar değil ama bir izdüşümdür. Biz siyasi partilerin yerel yönetimlerdeki izdüşümlerine bakıyoruz, bakacağız.
KÜRTLERİN BOŞ VAATLERE TEPKİSİ ÇOK BÜYÜK VE DERİN
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Kürtlerle, Kürt sorunuyla ilgili sarf ettiği sözleri Kılıçdaroğlu’nunkine göre daha ileri, daha cesur görenler var. Özel’in söylemi Kürtler tarafından nasıl karşılanıyor?
Kürtler her seçim öncesinde kendileri için sarf edilen sözlere doydu. Çünkü seçim öncesinde söylenen hiçbir söz seçim sonrasında icraata dönüşmüyor veya sürdürülmüyor. Seçimin ertesi günü herkes, bir sonraki seçim kampanyasına kadar eski kodlarına dönüyor. Kürt halkının boş vaatlere tepkisi çok büyük ve derin. O yüzden Özgür Özel’in söyleminin olumlu olup olmamasının ötesinde, bir bütün olarak siyasi aktörlerin Kürt sorununun çözümü konusunda üzerlerine düşen görevi yapıp yapmamaları önemli. Özgür Bey’in söyleminden ziyade, Kürt sorununa yaklaşım konusunda Türkiye’deki tüm siyasi aktörlere görev düşüyor. Cumhuriyetin kuruluş aşamasından itibaren başlayıp son kırk yıldır çatışmalı süreçle daha da hayati bir mesele haline gelmiş olan Kürt meselesini seçim süreçlerine indirgemek gerçeklikten kopmaktır. Dolayısıyla Kürt sorunu seçim süreçlerine indirgenemez. Kürt sorununu çözmek Kürtlerin veya DEM Parti’nin değil, tüm siyasi partilerin ve sorunu yaratan devletin görevidir. Şunu da eklemek isterim, siyaseti düze çıkarmak adına, her partinin cesaretle gerçekleri ifade etmesi ülkenin, halkların faydasınadır.
O halde sizin dışınızdaki siyasi partilerin Kürtler ve Kürt meselesi hakkındaki olumlu söylemlerinin bir hükmü yok mu?
Olmaz olur mu! Elbette bu sorunun çözümü konusunda ifade edilen pozitif söylemler önemlidir. Fakat sırf seçim öncesinde gönüllerini hoş tutmak için ifade edilen söylemlerin Kürtler açısından hükmü kalmadı. Burada önemli olan sürekliliktir.
Nasıl yani?
Örneğin eşitlik konusu seçimden seçime bırakılacak bir konu mu? Yüz yıldır önümüzde! Kürtlerin bu konuda son derece acı deneyimleri var. AKP de Kürt sorununun çözümü adına 2013 yılında bir süreç başlattı. Toplumda Kürt sorununun çözüleceğine dair büyük bir inanç oluştu. Fakat o süreç de devasa provokasyonlar sonucu Kürt halkının çöktürme planına dönüştürüldü. Bu acı deneyimleri ne biz unutuyoruz ne de Kürt halkı unutuyor. O yüzden seçim arifelerinde basın karşısında sarf edilen birkaç olumlu söze, kimden gelirse gelsin, Kürtler kanmıyor.
HALKIMIZIN ARZU VE ÖNERİLERİNİ GÖZ ÖNÜNE ALMADAN ADIM ATMAYIZ
Evet ama AKP iktidar partisi olduğu için sözleriyle icraatları mukayese edilip bir sonuca varılabiliyor. Peki icra gücü olmayan CHP’nin sözlerinin test edilebileceği zemin nedir?
Bir kere ister CHP ister başka bir parti olsun, sözlerinin test edilebilmesi için illa iktidarda olması gerekmiyor. Halkımızın politik örgütlülüğünün niteliksel gücü, deneyime dayanıyor. O deneyim de şu soruyu soruyor: Bu sözleri sarf eden partiler, Kürt sorununun çözümünü hakiki bir programa dönüştürüyor mu? Kendi içlerinde bir dönüşüme gidiyorlar mı? Kürt sorunuyla hakiki bir yüzleşme içindeler mi? Halkımız o nedenle Mayıs seçimlerindeki stratejimizi eleştirdi ve biz de özeleştirimizi verdik. Fakat birileri zannediyor ki, halkımızın bize eleştirisi, bize sırtını dönmesiyle sonuçlanır. Hayır, bu da büyük bir yanılgı. Biz halkımızın dışında veya üstünde bir yapı değiliz, iç içeyiz. Dolayısıyla halkımızın arzu ve önerilerini göz önüne almadan adım atmayız.
Tekrar olacak ama, örneğin şu anda CHP’nin veya AKP’nin Kürt meselesi konusundaki sözlerinin sadece seçim odaklı olup olmadığını nasıl test edeceksiniz? CHP veya AKP belediye başkan adaylarının sözlerini tartıp mı işbirliği kararı vereceksiniz, protokoller mi imzalayacaksınız, nasıl yapacaksınız?
Bu zor bir soru. Fakat sorunun zorluğu bizim nasıl bir hat izleyeceğimizi belirleyeceğimizle değil, bizim dışımızdaki siyasetlerin Kürt sorununun çözümünü samimi bir programa dönüştürüp dönüştürmeyecekleriyle ilgili. Kürt sorununu herkes kendi sorunu olarak görmeye başladığında çözüm konusunda yol alabiliriz. Temel test zemini budur. Eğer bu sorunun çözümü söylemlerle, protokollerle çözüm noktasına getirilebilseydi, çözüm sürecinde başarılı olunurdu. Öte yandan yerel seçim stratejimizde elbette kapımızı çalacak partilerin Kürt meselesine yaklaşımları belirleyici olacak. Ama aynı zamanda Türkiye’nin batısındaki kent yönetimlerine katılmamız da bu konuda somut bir gösterge olacak. Bu kararımız koltukta gözümüz olduğundan değil, halkımızın sözünü yönetime taşımama hedefimizden geliyor.
BERABER ÇEKİLECEK FOTOĞRAFA DEĞİL, TABLOYA BAKACAĞIZ
Daha önce yerel seçim öncesi işbirlikleri sürecinin tamamen şeffaf olması şartını koşmuştunuz. Şeffaflıktan kastınız ne? Örneğin İstanbul, Ankara, İzmir gibi illerde CHP veya AKP’li adaylar lehine tutum almanız halinde, “şu kadar belediye meclis üyeliğinde anlaştık” gibi açıklamalarla kamuoyuna ilan mı edeceksiniz?
Elbette eğer yaparsak, işbirliklerimizi ve mahiyetini halkımız ve geniş kamuoyu bilecek. Eğer bir işbirliği olacaksa, masanın etrafında, eşit hizada oturmamız gerekiyor. Kapalı kapılar arkasında bizden gizli destek isteyip bizimle aynı fotoğraf karesinde görünmeme dönemi kapandı.
Yani CHP’nin sizden açık destek istemesi ve Özgür Özel’in veya İmamoğlu’nun sizinle aynı beraber fotoğraf çektirmesi ikna olmanıza yeterli mi?
Biz fotoğrafa çok meraklı değiliz. Beraber çekilecek fotoğrafa değil, oluşturulacak tabloya bakacağız.
Peki bu nasıl olacak?
Örneğin İzmir’de kent yönetimine katılmak istiyoruz; oturup bunların detaylarını konuşacağız. Sizden herhangi bir şey gizlediğimden değil, şu anda çalışmalarımız olgunlaşmadığı için ketum davranıyorum. Partimizin ilgili organları ve yereldeki örgütlerimiz bu konudaki çalışmalarını nihai aşamaya getirdikçe basını bilgilendireceğiz. Fakat sözlerimden şu yanlış anlam da çıkarılmasın: Oturup üç-beş belediye meclis üyeliği basitliğinde pazarlıklara girişmeyeceğiz. O yüzden diyorum, fotoğrafa değil, tabloya bakacağız. Bizimle işbirliği yapmak isteyen siyasi partilerin Kürt meselesi başta olmak üzere bu ülkedeki yapısal sorunlara yaklaşımını da, yereldeki yönetim anlayışlarını da değerlendireceğiz.
HALKIMIZDAN EN ÇOK DUYDUĞUMUZ TALEP, KENT YÖNETİMLERİNDE YER ALMA İSTEĞİ
Mayıs seçimlerinden sonra yerel örgütlerinizle, tabanınızla yaptığınız yoğun toplantılardan süzülen bilgi ve değerlendirmelerden bahsettiniz. Tabanınız sizden nasıl bir yol yürümenizi istiyor?
Biz şu anda eşbaşkanlar olarak Türkiye ve Kürdistan turu yapıyoruz. Örgütlü olduğumuz her yerde halkımızı ziyaret ediyoruz. Aydın’dan Manisa’ya, İzmir’den İstanbul’a kadar batı illerinde yaşayan halkımızdan en çok duyduğumuz talep, kent yönetimlerinde yer alma isteği. Bu son derece doğal. İstanbul’da, İzmir’de vs, milyonlarca Kürt yaşayacak, seçimin kaderini belirleyecekler ama belediye yönetiminde olmayacaklar! Böyle bir şey olamaz.
NUMAN KURTULMUŞ’UN ZİYARETİNDE YEREL SEÇİMLER KESİNLİKLE GÜNDEME GELMEDİ
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un 7 Aralık günü eş genel başkanınız Tuncer Bakırhan’la görüşmesi, AKP’nin yerel seçim için attığı adımlardan biri olarak değerlendirdi. Siz bu görüşmeye nasıl bir anlam atfediyorsunuz?
Numan Bey’inki, TBMM Başkanı seçilince yapılmış olan “hayırlı olsun” ziyaretinin iade-i ziyaretiydi. Bu görüşmede yerel seçimler kesinlikle gündeme gelmedi. Kaldı ki biz zaten böyle bir süreç olursa, şeffaf yürütmeyi şart koşmuş durumdayız. Öte yandan iki partilimizin Adalet Bakanı’yla cezaevlerindeki sorunlar üzerine yaptığı görüşmeyi de bir gazeteci gerçeklerden kopuk, son derece yanlış bir şekilde yerel seçim meselesine yontmuştu. Tekraren vurgulayayım; biz şeffaflığı öylesine söylemiyoruz. Yerel seçimler konusunda atacağımız adımlara dair bilgiyi ne halkımızdan ne de basından esirgeyeceğiz. Çünkü biz kararlarımızı halkımızla birlikte vereceğiz.
Bu arada Adalet Bakanı’yla görüşmeden söz etmişken; siz Abdullah Öcalan’a uygulanan tecrite karşı çeşitli eylemler yapıyor, her platformda buna değiniyorsunuz. Öcalan üzerindeki tecritin kaldırılması konusunda Adalet Bakanlığı’ndan veya iktidar cenahından herhangi bir sinyal aldınız mı?
Hayır, şu ana kadar herhangi bir sinyal almış değiliz. Zaten avukatları ve ailesi düzenli olarak görüşme talebinde bulunuyor. Biz de, tüm DEM Parti milletvekilleri olarak Öcalan’la görüşmek için ortak başvuru yaptık. Ama bu başvuruya henüz bir yanıt alabilmiş değiliz. Bakın, Öcalan’a uygulanan tecritle sadece bir insan hakkı ihlali yapılmıyor, aynı zamanda anayasa da çiğneniyor. Türkiye hariç hiçbir otoriter rejim böylesi ağır bir tecrit politikası gütmemiştir. Sayın Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecrit iktidarın hem ülkedeki hukuk sistemine ama esas olarak Kürt sorununa yaklaşımının özetidir.
ÖCALAN’IN SESİNİN DIŞARI ÇIKMASI İSTENMİYOR, ÇÜNKÜ İKTİDAR BARIŞ İSTEMİYOR
Sizce neden Öcalan’ın sesinin dışarı çıkması istenmiyor?
Öcalan’ın sesinin dışarı çıkması istenmiyor, çünkü iktidar barış istemiyor. Çünkü iktidar Rojava’ya yönelik saldırgan politikasını değiştirmek istemiyor. AKP iktidarı Rojava’da demografik yapıyı değiştirme hedefinden vazgeçmiş değil. Türkiye’de Kürt halkına yönelik çöktürme planının başka bir versiyonu Rojava’ya karşı uygulanıyor ve bunlar eşgüdümlü gidiyor. Üzerindeki tecrit kalktığında Öcalan’ın bir barış stratejisini devreye koymasından ve dolayısıyla iktidarın savaş yanlısı politikalarını boşa çıkarmasından korkuyorlar. Nitekim Öcalan her seferinde, olanaklar tanınması halinde barışı sağlamak için gerekli katkıyı sunacağını söylüyordu. Bu tecridin siyasi boyutu. Bir de insani boyutu var. Öcalan bu ülkedeki hukuk sisteminin tamamen dışında tutuluyor. Tutuklu ve hükümlülere uygulanan hukukun dışında tutuluyor. Ailesi, avukatları ve Kürt halkı üç yılı aşkın süredir kendisinden haber alamıyor, sağlığına dair hiçbir bilgiye ulaşamıyor. Öcalan’a yönelik tecrit, aslında bu ülkedeki insan hakları ihlallerinin en çarpıcı örneğidir.
İSRAİL’İN YERİNDEN ETTİĞİ FİLİSTİNLİLERİ, TÜRKİYE’NİN YERİNDEN ETTİĞİ KÜRTLERİN EVİNE YERLEŞTİREMEZSİNİZ!
Bu arada Rojava demişken; İsrail’in katliamlarıyla karşı karşıya olan Gazze halkından bazı ailelerin geçtiğimiz günlerde Rojava’ya, Afrin’e getirilip yerleştirildiği söylendi. Filistin davasına yakın olan bir siyasetçi olarak bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bazı Gazzeli ailelerin Afrin’e yerleştirilmesinin Filistin davasını destekleyip desteklememekle ilgisi yok. İsrail’in yerinden ettiği Filistinlileri, Türkiye’nin yerinden ettiği Kürtlerin evine yerleştiremezsiniz! Türkiye’de iktidarın başından beri Rojava’da Kürtleri zorla göç ettirip yerlerine Arapları yerleştirmek istediğini ve pek çok yerde bunu yaptığını biliyoruz. AKP’nin Suriyeli mültecilere kapıları sonuna kadar açarken ki hedeflerinden biri bu insanları Avrupa’ya karşı koz olarak kullanmak olduğu kadar Rojava’daki demografik yapıyı değiştirmek de var. Türkiye’deki Arap mülteci nüfus orta-uzun vadede Rojava’ya yerleştirilmek, böylece oradaki demografik yapı değiştirilmek isteniyor.
KÜRT VE FİLİSTİN HALKLARINI KARŞI KARŞIYA GETİRMEK TARİHSEL BİR PROVOKASYONDUR
Kürt meselesine Filistin meselesini de dâhil etmek veya ezilen iki halkı karşı karşıya getirmek gibi bir girişimin sonuçları ne olur?
Emperyalist güçler iki yüz yıldır bunu yapıyor. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da halklar ve inançlar birbiriyle çatıştırılırken, bölgesel ve emperyal güçler rahatça at koşturuyor. Yaptıkları müdahalelerin halklara getirdiği tek sonuç kan ve gözyaşı oldu. Ortadoğu’nun iki kronik sorunu var, Kürt sorunu ve Filistin sorunu. Her iki halkın ezilmişliği de, talepleri de birbirine çok benziyor. Şimdi bu iki halkı karşı karşıya getirmeye neden olacak girişimler yeni felaketleri beraberinde getirir.
Peki bu girişim nasıl engellenebilir?
Dediğim gibi, bu tarihsel bir provokasyondur. Bu provokasyonu halkların dayanışmacı ruhunu dirilterek, birbirlerine kırdırtılma girişimlerini bertaraf ederek engelleyebiliriz. Bunun da ilk aşaması, bu tür provokasyonları kimin, hangi amaçla yaptığını bilince çıkartmaktır. Bakın, bugün Türkiye’deki egemenler emekçi kitleleri de inançları ve kimlikleri üzerinden çatıştırarak hizaya getirmek istiyor. Bu tür girişimlerden kimin çıkarının olduğunun anlaşılması hayati önem taşıyor. Biz DEM Parti olarak tam da bunu yapmaya çalışıyor, o yüzden sürekli olarak “halklar” ve “haklar” diyoruz.
YERELİN KİMLİĞİNİN YEREL YÖNETİME YANSIMASI ÖNCELİKLERİMİZDEN BİRİ
Yerel seçim gündemine dönelim. Genelde parlamento seçimlerinde partinize aday adaylığı konusunda çok yoğun bir başvuru olduğunu biliyoruz. Fakat dokunulmazlık zırhı olmayan belediye seçimleri için bu başvuruların daha az olduğu söyleniyor. Siz de önceki gün (11 Aralık) TBMM’deki bütçe konuşmanız sırasında belediye eşbaşkanlık adaylığı için gençlere, kadınlara ve engellilere başvuru çağrısı yaptınız. Şu ana kadar yapılan başvurular ve başvurucuların genel profili ne yönde?
Birkaç bölge haricinde başvurular gayet iyi. Fakat kadınlara, gençlere ve engellilere yönelik adaylık başvuru çağrımızın nedeni farklı. Biz partimizin paradigmasına uygun bir profille seçimlere gireceğiz. Genel seçimlerde olduğu gibi yerel seçimlerde de bunu çok önemsiyoruz. Dolayısıyla kadınlar, gençler ve engelliler bizim açımızdan öncelikli. Kadın kotasına olduğu gibi halklar kotasına da önem veriyoruz. Yerelin kimliğinin yerel yönetime yansıması bizim açımızdan öncelikli konulardan biri. Bunu Diyarbakır’da, Mardin’de, Urfa’da, Şırnak’da istediğimiz gibi, İstanbul’da, Adana’da, Mersin’de, İzmir’de de istiyoruz. Öte yandan adaylar arasında ön seçim yapacağız. Dolayısıyla belki şu ana kadarki başvuru sayısının beklentimizin üstüne çıkamamış olması, aday adayı olmak isteyenlerin ön seçimden geçememe kaygılarından da kaynaklanabilir. Öyle bir kaygısı olan herkese sesleniyoruz; bu sürecin kendisine dâhil olmak da mücadelenin bir parçasıdır ve onurdur. Ön seçimden çıkamayan arkadaşlarımız mücadeleye başka şekilde katkı sunmaya devam eder.
KAYYIMLIĞIN PAZARLIK KONUSU YAPILMASI UTANCINA ORTAK OLMAYIZ
Kamuoyunda konuşulan iddialardan biri, AKP’nin önümüzdeki dönemde belediyelerinize kayyım atamama karşılığında Türkiye’nin batısında desteğinizi isteyeceği yönünde. Siz böyle bir pazarlığa nasıl yanıt verirsiniz?
Kayyımlığın pazarlık konusu yapılması bile utanç verici olur. Ne yani, “seçme ve seçilme hakkınızı gasp etmemizi istemiyorsanız, bize destek verin” mi diyecekler? Kayyım politikası Kürtlerin seçme ve seçilme hakkının elinden alınmasıdır. 11 Aralık’taki bütçe konuşmamda da söyledim; Türkiye erken dönemde seçme ve seçilme hakkını kazanmış olmakla övünür. Bu demokrasinin en asgari şartıdır. Kayyım demek demokrasinin en ufak kırıntısına, Kürtlerin seçme ve seçilme hakkına yasak getirmektir. Biz seçme ve seçilme hakkımızı pazarlık konusu yapmayız. AKP’nin atadığı kayyımlar gerçek manada darbedir. Atanan her kayyım, atandığı şehrin, ilçenin, kasabanın darbecisidir. Kürtlerin iradesine indirilmiş darbedir kayyım.