Sürdürülemez kapitalizmin krizi ve savaş tehdidiyle ilintili dünya hâl(ler)inden söz ederken, söylenmesi gereken ilk şey “Görünen köy kılavuz istemez,” vurgusu eşliğinde, Antonio Gramsci’nin “Zırh içindeki ölü” betimlemesidir.
Hayır; bu sefer sizi şaşırtmak pahasına Marksist-Leninist tahliller yerine sürdürülemez kapitalizmin sözcüleriyle anlatacağım krizi…
‘Rockefeller International’ın yönetim kurulu başkanı Ruchir Sharma’ya, “Dünya ekonomisi, on yıllardır görülmemiş bir döneme giriyor,”[3] dedirten tabloda 2023’ün “zor bir yıl olacağı” uyarısını dillendiren Uluslararası Para Fonu (IMF) Başkanı Kristalina Georgieva, “Dünya ekonomisinin üçte birinin resesyona girmesini bekliyoruz,”[4] derken; ‘Kriz Kahini’ olarak anılan New York Üniversitesi’nden Prof. Dr. Nouriel Roubini, enflasyon ve resesyonun gelecek yıllarda küresel ekonominin ayrılmaz ikilisi olacağını,[5] bunun da “durgunluk içinde enflasyon artışı”yla kapıda olduğunu yazdı.[6]
“Batı’nın kriz korkusu”;[7] “Küresel resesyon ufukta göründü,”[8] tespitleri eşliğinde ‘Uluslararası Finans Enstitüsü’ (IIF), “2023, küresel ekonomi için 2009 krizinden sonraki en kötü yıl olacak,”[9] derken; Bülent Eczacıbaşı da, küresel ekonomik sorunların dünyaya yayılarak süreceğini ifade ediyor.[10]
Küresel resesyon olasılığıyla finansal kriz olasılığı da güçleniyorken; dünya ekonomisi tehlikeli ama değişimlere de açık bir döneme giriyor.
Görülmesi gerek: Bir dönem bitti ama yeni bir dönem başlayamıyor; belki başladı ama henüz ayırdına varamıyoruz. ‘Dünya Ekonomik Forumu’ (DEF) kurucusu, genel müdürü Klaus Martin Schwab, “Çok yönlü siyasi, ekonomik ve toplumsal güçlerin küresel ve ulusal düzeyde parçalanmayı artırdığını görüyoruz,” deyip; DEF ‘Risk Raporu’nun sonuç kısmı “Devam eden şoklar gelişirken dünya bir yol kavşağında duruyor… Yalnızca 1970’lerin, 2007-2008’in değil, 1930’ların da en kötü anlarına benziyor,”[11] tehlikesine dikkat çekiyor.
Federico García Lorca’nın, “Piyasaların son çöküşünü gözlerimle görme şansım oldu. Birkaç milyon dolar kaybettiler - denize dökülen bir ölü para yığını!” betimlemesini andıran bir eşik bu… Sorunun temeli de, son 30 yılda küresel çapta yaratılan kabaca 2.5 katrilyon dolarlık “varlıklara” dayalı ve bunların da karşılığı yokken; bu yakında patlayacak![12]
Hatırlatmadan geçmeyelim: ABD’de en zengin üç kişinin serveti, alt yüzde 50’nin toplam servetinden fazla; 50 yılda toplumun yüzde 90’ından en üst yüzde 1’e 50 trilyon dolar servet transferi gerçekleşmiş durumda.[13] Kapitalizmin tüm dünyada geldiği hazin durumun tezahürü. Milyarderlerin serveti günde 2.7 milyar dolar artarken 1.7 milyar işçinin ücreti ise enflasyon oranında dahi artmıyor[14] olması çelişkisidir…
Bu kadar da değil! ABD’li işçilerin refahı ve Federal Merkez Bankası’nın enflasyonu düşürme amacıyla yaptığı faiz artırımları arasındaki çekişmede, işçiler kaybeden taraftayken; ipin ucunda, milyonlarca Amerikalı’nın işi var. Eski hazine bakanı ve ekonomist Larry Summers, işsizliğin bir yıllığına yüzde 10’u aşmasına müsaade edilebileceğini söylüyor. Sözü edilen oran şu ankinin oldukça üzerinde, bu da milyonlarca insanın işsiz kalması anlamına geliyor.[15] 1 Mart 2020’den sonra ABD’de 8 milyon kişi işini kaybeder, 4 milyon kişi işgücü piyasasını terk ederken, ulusal yoksulluk oranı da Haziran’da yüzde 9.3’ten Kasım’da yüzde 11.7’ye sıçradı.
Bu arada ABD’nin 644 dolar milyarderinin serveti aynı zaman diliminde yüzde 31.6 artışla 2.95 trilyon dolardan 3.88 trilyon dolara artış gösterdi. En zengin 5 kişinin serveti ise bu dönemde 358 milyar dolardan 596 milyar dolara yükseldi. Yüksek gelirli çalışanların sadece yüzde 4’ü işini kaybederken, en düşük gelirli çalışanların yüzde 20’si kapının önüne kondu.[16]
“Kapitalizm yenidünya’ya tüfek, mikrop ve çelikle sahip olmuş olabilir, fakat yeni dünya’nın düzeni; ırk, polis ve kârlar aracılığıyla korunmuştur,”[17] diye betimlenen merkez bu hâldeyken; ayrıca bir de Edward W. Said’in, “Hemen hemen tüm sömürge planları, yerlilerin geriliği ve genel olarak bağımsız, ‘eşit’ ve zinde olmaya elvermedikleri varsayımıyla başlıyor,” ya da Munsif Merzuki’nin, “Sadece gıdasını ve ilaçlarını değil, aynı zamanda hayallerini, fikirlerini ve değerlerini de ithal eden bir milletle karşı karşıya olduğumuz düşüncesi sizi hiç korkutmuyor mu?”[18] satırlarındaki çevre var!
Yeryüzü zenginliklerinin yüzde 70’inin dünya nüfusunun yüzde 2’sinin elinde toplandığı;[19] 2020 ve 2021’de en varlıklı yüzde 1’in, geri kalan yüzde 99’un iki katını kazandığı;[20] ‘Survival of the Richest/ En Zenginlerin Hayatta Kalması’ raporuna göre, 95 gıda ve enerji şirketinin 2022’de kârlarını dünya çapında iki katından fazla arttırıp, dünya nüfusunun en zenginlerini oluşturan yüzde 1’lik kesimin, pandeminin başlangıcından beri, küresel servet artışının yaklaşık üçte ikisini tek başına elde ettiği[21] tabloda Oxfam’ın verilerine göre:
• 10 yılda dolar milyarderleri servetlerini ikiye katlarken, en alttaki yüzde 50’nin 6 katı bir artış sağladılar.
• 10 yılda yaratılan her 100 dolar servetin 54.40 doları en zengin yüzde 1’e giderken en alttaki yüzde 50’nin payına 0.70 dolar düştü.
• Yüzde 1’lik en zengin grup son 10 yılda en alttaki yüzde 50’nin 74 katı servet biriktirdi. Covid-19 pandemisi sürecinde ise; 2020’den bu yana en alttaki yüzde 90’ın servetindeki her 1 dolar artışa karşın milyarderler 1.7 milyon dolar kazandı.
• Aralık 2019 ve Aralık 2020 arasında yaratılan her 100 doların 63 doları yüzde 1’in payına düşerken alttaki yüzde 90’a 10 dolar kaldı.
• 2020’den beri dolar milyarderlerinin serveti her gün 2.7 milyar dolar arttı.
• En zengin yüzde 1 küresel servetin yüzde 45.6’sına, yoksul yüzde 50 ise sadece yüzde 0.75’ine sahip.
• 81 dolar milyarderi dünyadaki servetin yüzde 50’sinden fazlasını elinde tutuyor.
• 10 milyarderin serveti 200 milyon Afrikalı kadının toplamını geride bırakıyor.[22]
• Amazon’un patronu Jeff Bezos’un serveti 200 milyar doları, ‘Tesla’nın patronu Elon Musk’ın serveti 100 milyar doları aştı. ‘Microsoft’un patronu Bill Gates ve ‘Facebook’un patronu Mark Zuckerberg, servetleri 100 milyar doları geçen zenginler.[23]
Ayrıca ‘Oxfam’, dünyada gelir adaletsizliğinin giderek derinleştiği vurgusuyla, en zenginlerin servetlerinin yüzde 42 arttığına ve 250 milyon insanın aşırı yoksulluk tehdidiyle karşı karşıya bulunduğuna dikkat çekti.[24]
BM verilerine göre dünya çapında yaklaşık 30 milyon çocuk açlık nedeniyle ölüm tehlikesi altında yaşıyor.[25] BM’nin raporuna göre 2021’de 5 milyon çocuk 5 yaşını görmeden hayata veda etti. BM, 2021’de her 4.4 saniyede bir çocuğun öldüğünü açıkladı.[26] ‘BM Çocuk Ölümleri Tahminleri Kuruluşlar Arası Grubu’nun (BM IGME) raporuna göre, 2021’de 5 milyon çocuk 5 yaşından önce hayatını kaybederken, 5-24 yaş arası 2.1 milyon çocuk veya genç yaşama veda etti. Aynı dönemde 1.9 milyon bebek ölü doğdu.[27]
‘BM Gıda Programı’ (WFP) Yönetici Direktörü David Beasley, Somali, Kenya, Sudan, Etiyopya, Eritre, Cibuti, Güney Sudan ve Uganda’nın dahil olduğu bölgede 22 milyon kişinin açlık riski altında olduğunu söyledi.[28]
‘Alman Bertelsmann Vakfı’nın araştırması, her 5 çocuktan ve her 4 genç yetişkinden birinin yoksulluk riski altında olduğunu ortaya koydu.[29] Ayrıca öğrencilerin yüzde 38’i de yoksulluk riski altında.[30]
5.5 milyon nüfuslu Kongo Cumhuriyeti’nde nüfusun yüzde 52’si yoksulluk sınırının altında, yüzde 32’si kırsal kesimde yaşıyor.[31]
WFP’in 23 Ocak 2023’deki raporuna göre Doğu Afrika’da 1.7 milyondan fazla insan su ve yiyecek bulmak için evlerini terk etmek zorunda kaldı. Kenya’da 4.3 milyon insan “akut gıda güvensizliği” yaşıyor.[32]
Bunlarla birlikte Ukrayna savaşı dolayısıyla Rusya ve Batı arasında ikinci bir savaşa dönüşen tahıl krizi nedeniyle dünya alarmda…[33]
BM raporu Ukrayna Savaşı ile iyice vahim bir hâl alan küresel açlık krizinin dramatik boyutlarını ortaya koyarken; ‘Küresel Kriz Tepki Grubu’nun hazırladığı çalışmaya göre, 94 ülkede 1.6 milyon insan bu süreçten olumsuz etkileniyor. Böylelikle de 2019’dan beri aşırı yoksulluk altında yaşayan insanların sayısı 77 milyon artarken, şiddetli gıda güvensizliği ile yüz yüze kalanların toplamı da 193 milyona ulaştı. Afrika’da yoksulluk sınırının hemen üstünde yer alan 58 milyon kişi, pandemi ve Ukrayna savaşının ortak etkisiyle bu sınırın altına yuvarlanmak üzere…[34]
Gıda fiyatları küresel ölçekte görülmemiş bir hızla artıyor. ‘Dünya Tarım Örgütü’nün (FAO) gıda endeksi, bir yılda dolar bazında yüzde 29.8’lik bir sıçramaya işaret ediyor. Hububat, bitkisel yağ, süt ürünleri, et ve şeker dahil tüm kategorilerde benzer bir enflasyon gözleniyor. Ancak uzun vadeli, son 20 yıllık bir perspektiften bakınca hububat ve bitkisel yağ fiyatlarında daha keskin bir artış eğilimi dikkat çekiyor. Bu veri, yoksulların beslenmesinde söz konusu iki grubun daha belirleyici rolü bulunması nedeniyle önemli.
2022 Mayıs’ı başında ‘Gıda Güvenliği Bilgi Ağı’nın yayımladığı ‘2022 Gıda Krizleri Küresel Raporu’nda 53 ülkede 193 milyon kişinin açlık tehlikesi ile karşı karşıya bulunduğu bildiriliyor. Sözü edilen 2021 rakamları, bir önceki 2020’ye göre 40 milyon artışa işaret ediyor. Çatışmalar 24 ülkede 139 milyon, özellikle Covid pandemisinin tetiklediği ekonomik şoklar 21 ülkede 30 milyon, kuraklık başta gelmek üzere iklim değişiklikleri 8 Afrika ülkesinde 24 milyon kişiyi açlığa sürükledi.[35]
Sürdürülemez kapitalist-emperyalist talan insanlığı açlığa mahkûm ederken; Desiderius Erasmus’un, “Savaş söz konusu oldu mu, hiçbir masraftan kaçınmazlar, hiçbir sakınca önemli değildir onlar için; ister hukuk, din isterse barış çiğnensin, hatta insanlık batsın, umurlarında olmaz,”[36] betimlemesindeki çılgınlık sarıp sarmalıyor yerküreyi,[37] John Perkins’in ifadesindeki üzere:
“Asla kullanmayacakları (çünkü kullanamayacakları) savaş uçakları, füzeler, savaş helikopterleri, savaş gemileri vs’ye silah tekellerinin emri ve İsviçre bankalarına yatırılan cömert komisyonlarla milyar dolar harcarlar. Harcama satın alma ile bitmez, her yıl ‘modernizasyon’ ve bakım harcamalarıyla da servetlere servet katılır… Kalan para da ülkeyi yöneten despotların gösterişli ve efektif olmayan projelerine, saraylarına, lükslerine gider. Sonuçta her şekilde silah tekelleri ve yerel işbirlikçileri kazanır. Gün gelip halk sağlığı sorunları veya afetle karşılaştıklarında da tüm bayağı yaldızların altından üçüncü dünya sefaleti ve acizliği çıkar…”
Örneğin ‘Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) 2022 küresel silah ihracatı raporuna göre, ABD’nin 2018-2022 kesitinde küresel silah ihracatındaki payı, önceki dört yıla göre yüzde 7 artış göstererek yüzde 40’a yükseldi.
İkinci sıradaki Rusya’nın payı ise yüzde 22’den yüzde 16’ya geriledi. ABD ve Rusya’yı üçüncü sıradaki Fransa, dördüncü sıradaki Çin ve beşinci sıradaki Almanya izledi.
ABD silahlarının yüzde 19’unu Suudi Arabistan’a satarken, yüzde 8,6’sını Japonya’ya ve yüzde 8.4’ünü de Avustralya’ya sattı. Küresel payı yüzde 4.2 olan Almanya’nın en çok silah sattığı ülkeler ise, yüzde 18 ile Mısır, yüzde 17 ile Güney Kore ve yüzde 9.5 ile İsrail oldu.
Küresel ihracattaki pay listesinde başı çeken ülkelerden ABD’nin toplam ihracatı yüzde 14 artarken, Fransa’nınki ise yüzde 44 arttı. Rusya (yüzde 31), Çin (yüzde 23) ve Almanya’nın (yüzde 35) ihracatlarında ise azalma meydana geldi.
Raporda ayrıca, Avrupa’nın silah ithalatının Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından olağanüstü bir artış gösterdiği bilgisine yer verildi. Avrupa ülkelerinin silah ithalatı, yüzde 47 artış gösterdi. NATO üyesi Avrupa ülkelerinin ithalatındaki yükseliş ise, yüzde 65 olarak göze çarptı. Silah ithalatı artan Avrupa’nın, uluslararası silah transferindeki rolü de ciddi biçimde artış gösterdi. 2013-2017 yılları arasında bu bağlamda yüzde 11’lik bir paya sahip olan Avrupa ülkelerinin payı 2018-2022 zaman diliminde yüzde 16’ya yükseldi.[38]
Sürdürülemez kapitalist yıkımın militarist birimi yaşamı talan ederken; dünyada ortaya çıkan ekolojik sorunların yüzde 34’ünün savaş ve silah harcamalarından kaynaklanmakta olduğunu belirtmemiz gerekiyor. Savaşlar sadece bölgedeki ülkelere, savaşın yaşandığı alana etki etmez. Çünkü doğa bir döngü içindedir. Bu döngünün herhangi bir evresine verilecek zararın diğer evreleri de etkilediği bilinmektedir. 1991 Körfez Savaşı’nda Kuveyt’te petrol kuyularında yakılan 600 milyon ton petrolü tüketerek havada is, gazlar ve tehlikeli kimyasallardan oluşan bir battaniye oluşmuştu. Bu durum kara ve deniz ekosistemlerine büyük zararlar vermiş ve çıkan dumanlar bölgede güneşten gelen ışınları engelleyerek havadaki ısıyı 10C düşürmüştü. Petrol dumanı içindeki CO2 nedeniyle ortaya çıkan ısınma ise sonrasında asit yağmurlarına yol açtı.
Dünyada iki milyara yakın insan temiz içme suyuna erişememektedir. Savaşlarda kullanılan makinelerin ve savaş araçlarının atıkları olan petrol türevleri, yeraltı sularına ulaşarak kirletir. 1 litre mineral yağ veya benzin 1 milyon litre içme suyunu kullanılamaz hâle getirir. Yağ parçacıkları toprak ile bitkilere, suya, insan ve hayvanlara ulaşır. Kumlu 10 cm3 toprağın arınması için yaklaşık 400 lt su gerekir. 1991 Körfez Savaşı’nda koylar petrolle tıkandı. Mezopotamya’da 15 bin km2 sulak alan yok oldu. On binlerce kuş öldü, birçoğu petrolün kalıcı etkilerine maruz kaldı. Yüz binden fazla perde ayaklı ve göçmen kuşun beslenme alanı zarar gördü. Karideslerin yüzde 99’u yok oldu.
Savaş sonrası Irak’ta tarımsal faaliyetlere geçilebilmesi için 2007’ye kadar 11 milyar dolar harcanması gerektiği açıklanmıştı. Vietnam’da 2.2 milyar hektar orman ve tarım arazisi bombalama, mekanik temizleme, napalmlar ile çoraklaştırıldı. Vietkong güçlerinin çekildiği 1.5 milyon hektar (Güney Vietnam’ın yüzde 10’u) orman ve ekili alanları yok etmek için ABD tarafından 72 milyon litre herbisit (tarım zehri) kullanıldı. Kullanılan herbisit olan “agent orange” içindeki dioksin şu anda bile bitkiler, yiyecekler, yaban hayat, insan sütü ve yağ dokusunda görülmektedir. Bu müthiş ekolojik yıkımın etkileri henüz tam anlamıyla giderilmiş değildir.
1991’de Körfez Savaşı’nda bir ülkenin bütün bir nüfusunu yok edebilecek “mükemmel bir silah” gündeme gelmişti. Kapitalizmin nükleer santrallerden çıkan ve bertaraf etme yolunu bulamadığı atıklardan elde edilen ‘seyreltilmiş uranyum mermileri’ üretildi. Öldürme gücü yüksek olan bu mermiler hava ile temasta alev alıp yanarken, hedefi vurduğunda parçalayıp radyoaktif toza dönüşmektedir. Seyreltilmiş uranyumun yarı ömrü 4.5 milyar yıldır. 25 Mart 2003 tarihli UNEP raporunda; Bosna-Hersek’te 1994-1995 yıllarında kullanılmış olan seyreltilmiş uranyumlu silahlar, içme sularını zehirlemiş ve bugün bile havada toz partikülleri şeklinde radyoaktif kirlilik görülmektedir.[39]
Ve tüm bunlar sürdürülemez kapitalizmin “olmazsa olmazı”dır; emperyalist “yeniden paylaşım”dan savaşın eşiğindeki uluslararası ilişkilere uzanan dünya hâl(ler)i de böyle!
Yani kriz, savaş, çatışma, kaos: Sürdürülemez kapitalist-emperyalist vahşetin büyük girdabını oluşturdu…
Askeri terminolojide savaşla barış arasındaki çizginin bulanıklaşmasını, sıcak çatışmaya girmeden düşmanı geriletme belirsizliğini ifade eden ‘Gri Bölge/ Gray Zone’lerin daraldığı uluslararası jeopolitik denklemde yaşananları anlamak, anlamlandırmak için küresel öncelikle güç merkezlerindeki gelişmelere bakmakta yarar var.
Örneğin Üçüncü Dünya Savaşı’nın tamtamlarının yankılandığı tabloda Rus siyasetçi Aleksey Puşkov, “NATO’nun Rusya ile doğrudan çatışmaya tüm hızıyla ilerlediğini sadece körler görmüyor”;[40] Emre Kongar, “Dilerim Ukrayna’daki bu kanlı savaş, gelecekte dünyayı yok edebilecek boyutlara ulaşacak olan ABD-Çin rekabetinin öncü bir örneği değildir!”[41] derlerken; ‘RAND Corporation’ın ‘The Return of Great Power War/ Büyük Güç Savaşının Geri Dönüşü’ başlıklı rapor da, “Derin yapısal dinamiklerden” dolayı ABD-Çin çatışmasının uzun yıllar sürmesini, küresel çapta bir ekonomik ve siyasi parçalanma üzerinde yaşanmasını bekliyor![42]
Sürdürülemez kapitalist sistem bir kırılma noktasında. Bir yandan artan jeopolitik gerilimler, öte yanda merkezi kapitalist ülkelerdeki toplumların krizler karşısında giderek artan tepkileri söz konusu...
Görülmesi gerek: Küresel sistemde en azından 2008’den bu yana birkaç düzlemde kriz yaşanmakta. Öncelikle, küresel ekonomide bir yavaşlama dikkat çekiyorken; bir başka sorun da ABD’nin hegemonik kriziyle birlikte Çin’in yanında Rusya, Hindistan gibi güç merkezlerinin ağırlıklarını hissetirmeye başlaması. Uluslararası siyasetin giderek bir jeopolitik çekişme alanına dönüşmesi bir yandan küresel gerilimi artırırken öte yandan yeni siyasal gelişmelere yol açıyor…
Hatırlayın: 10 Şubat 2007’de Münih Güvenlik Konferansı’nda Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, “Tek kutuplu modelin günümüz dünyasında sadece kabul edilemez değil, aynı zamanda imkânsız olduğunu düşünüyorum,”[43] uyarısı ardından “küreselleşmeden sonra” temasına “ABD hegemonyasından sonra” teması eşlik eder oldu.
Bu bağlamda da “Yeni Soğuk Savaş eskisinden daha tehlikeli” saptaması, “Çin merkezli bir dünya nasıl bir şey olacak” soruları, üç alanda kaygıları güçlendiriyor:
Birincisi, Çin totaliter devlet kapitalizmine, haklar ve özgürlüklere değil görevler ve sorumluluklara dayanan bir modeli temsil ediyor.
İkincisi, ilk Soğuk Savaş’ta rakiplerin ikisi de II. Savaş sonrasında, galipler tarafında, “süper güç” statüsüne, birçok ortak değere dayanarak birlikte yükselmiş, bir denge kurabilmişlerdi. Bu kez ABD’nin gerilerken yeni bir dengeyi, Çin’in yükselirken verili düzenin yerleşik kurallarını kabullenme olasılıkları sıfıra yakın. İlk Soğuk Savaş’ta, fay hattı Avrupa’dan geçiyordu, burada başlayacak bir savaşı sınırlamak olanaksızdı. Bu kez, fay hattı Hint-Pasifik havzasından (denizden) geçiyor; bir savaşın, burada sınırlanabilme olasılığı, çıkma olasılığını artırıyor.
Üçüncüsü, iki büyük gücün karşılıklı konuşlanma çabası, orta büyüklükteki “bağımlı” ülkelerin yöneticilerinde, bir süper gücü öbürüne karşı dengeleyerek kendilerine alan açabileceklerine ilişkin, doğruluğu oldukça şüpheli algılar yaratıyor. Bu durum yerleşik ittifaklar düzeninde parçalanma eğilimini, oynak-karmaşık ittifaklar, istemeden bir büyük savaşa sürüklenme ya da yol açma risklerini güçlendiriyor.[44]
Bu da büyük bir dönüşüme denk düşüyor…
“Büyük dönüşüm” deyince akla hemen Polanyi’nin o ölümsüz yapıtı (1944) geliyor. Piyasa serbest bırakılırsa, toplumu, bireyin maddi ve ruhsal yaşamını ve doğayı çürütür gibisinden bugün daha da geçerli olan saptamaları bir yana, yalnızca, “100 yıllık barış” başlıklı ilk bölüme bakmak yeter. O bölüm “XIX. yüzyılın uygarlığı çöktü” saptamasıyla başlıyor; dünya ekonomisinin/ pazarının nasıl parçalandığını, finans-kapitalin büyük savaşları engellerken küçük savaşları nasıl beslediğini, Osmanlı İmparatorluğu’nu bir arada tutamayacağını anlayınca paylaşılmasını örgütlediğini, “güçler dengesinin” bozularak kutuplaşmaya, silahlanma yarışına, nihayet “büyük savaşa” yol açtığını, daha sonra ayrıntılı biçimde değinmek üzere aktarıyor. Kısacası, XIX. yüzyılda şekillenen liberal kapitalizmin küreselleşip finansallaşmış uygarlığı, 100 sonra büyük bir savaşa yol açarak çöküyor.
O uygarlığın çöküş süreciyle “bugün” arasındaki benzerlikleri görmemezlik edemezler: Küreselleşme ve finansallaşma dağılıyor, ABD hegemonyası gerilerken, Çin yükselirken, küçük savaşlar (Kongo, Nijerya, Sierra Leone, Liberya, Çad, Libya, Yemen, Suriye, Ukrayna, Ermenistan-Azerbaycan...) çoğalıyor, demokrasi hem çevrede hem de merkez ülkelerde gerilemeye devam ediyor. O çöken uygarlığın en önemli merkezlerinden Almanya, Japonya yine silahlanmaya askeri harcamalarını hızla artırmaya, silah sanayilerini geliştirmeye başlıyor. Büyük güçler bir taraftan, Afrika ve Ortadoğu’da birbirlerine “sürtünmeye” başladılar, diğer taraftan ittifaklarını genişleterek bloklaşmaya çalışıyorlar.[45]
Joe Biden yönetiminin yayımladığı ‘Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’, emperyalizmin tüm “sırları” açığa vurup, ABD’nin nasıl bir politika izleyeceğini ortaya koydu: ABD “Hegemonyayı sürdüreceğim” deyip, Çin”’e mesaj verirken müttefiklerine de “Benimle olmaya mecbursunuz” diyerek, Rusya’yı “acil tehdit”, Çin’i “jeopolitik meydan okuyucu” olarak gördüğünü deklare etti, “Hâlâ oyun kurucuyum” dedi…
Anımsanır ise ABD Başkanı Joe Biden, 2021’de Anglo-Amerikan patentli “değerler” ve “kurallara dayalı düzen” söylemleriyle kalbi Batı”da atanlar nezdinde hayli “sükse yapmıştı”. ABD iç siyasetinde “kuşa döneceği” malum “harcama paketiyle” dünya solunun ilgisine mazhar olurken, dış politikada Trump”ın “tecritçi” diye anılan politikalarını tersine çevirip “büyük güç rekabetine” soyundu. İlk işi Rusya liderliğini “katil” ilan edip Ukrayna kundakçılığına girişmek olurken, Çin’e de diplomatik peşrev çekilmeye başladı. Sonrasında her şey - Donald Trump’a karşı Joe Biden’ı destekleyenleri tekzip ederek!- tepetaklak oluverdi!
“Kapitalizmin 80 yıllık ‘ağa devleti’ hem de dünya sermayesinin sorumlu sahibi”;[46] “ABD’nin bitmeyen savaşları”[47] vitesini yükseltirken; “ABD’nin Rusya ile savaşta olduğu fikri git gide normalleştiriliyor.”[48]
ABD ile Rusya’nın Ukrayna’daki savaşı daha da derinleşirken; ABD, Çin ve Rusya arasında soğuk savaş sonrası başlatılan örtülü ve masa altı kavga ve askeri çatışmalar artık masa üstüne, gün yüzüne taşınmaya başlıyor.
Kolay mı?
“NATO’nun giderek soğuk savaş dönemini anımsatan bir duruş benimsemesi artık farklı bir uluslararası düzen ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. ABD önderliğindeki tek kutuplu dünya illüzyonu artık geçerliliğini yitirdi fakat yerine geçen düzen çok kutuplu dünya olmayacak… Rusya’nın dünyayı ‘üç kutuplu’ eksene kaydırma teşebbüsü, Ukrayna mevzilerinde giderek zayıflıyor. Dünyada birçok ülke yeni dünya düzeninde Çin’den yana mı, ABD’den yana mı taraf olacaklar, buna karar vermeye çalışıyorlar.”[49]
Örneğin Münih Güvenlik Konferansı, Batı’nın savaş formülünü köpürttüğü yer olurken, Hasan Erel’e göre, “Münih konferansı bağlama uyan bir konferans oldu. Ukrayna’daki savaşın devam etmesi için herkesin elini cebine atmasını talep eden, ‘Putin kazanırsa dünyanın sonu gelir’ diye korku iklimi yaratan, küresel Batılı kapitalistlerin sıkışınca başvurdukları klasik savaş formülünün tekrar köpürtüldüğü bir güvenlik toplantısı. Buna ‘güvenliğin, savunmanın Davos’u da deniyor. Bu seferki, NATO’nun üst karar kurulu gibi, daha çok iş adamlarının ya da sanayi ve askeri kompleksin tutumunu ortaya koyan bir toplantıydı. Çok ironik tarafları vardı. Goldman Sachs’dan gelen Rishi Sunak, ‘(Ukrayna’ya) Yardımları ikiye katlayalım’ dedi.”[50]
Uluslararası ilişkiler tablosunda Ukrayna çatışmanın bir cephesiyken; ötekilerden birisi de Asya-Pasifik…
ABD; Asya-Pasifik’te kurduğu QUAD (Dörtlü Güvenlik Diyaloğu), AUKUS (Avustralya, Birleşik Krallık, Amerika Birleşik Devletler üçlü bir güvenlik paktı) gibi ittifaklarla ve donanmasıyla Çin’i çevreleyip, Tayvan üzerinden tahrik ediyor.
Asya-Pasifik’teki ittifaklarıyla NATO arasında işbirliğini geliştirerek, NATO’yu da Çin’e karşı kullanmaya çalışıyor.
Arktik-Baltık Denizi- Cebelitarık- Akdeniz- Süveyş Kanalı-Babülmendep Boğazı- Hint Okyanusu- Malakka Boğazı- Güney Çin Denizi hattında, müttefikleriyle birlikte, Çin’in deniz ticaret yollarını kontrol altına alırken Kuşak Yol Girişimi’nin ana ve tali koridorlarında krizler çıkarıyor.
Bu bağlamda Asya-Pasifik dikkat çekici gelişmelere sahne oluyor. Washington, Japonya’yı Çin’e karşı olası bir savaşta kilit bir rol oynayacak şekilde “hizalarken” Güney Kore’ye de daha fazla rol biçiliyor.
2022’de “Tayvan için savaşı göze alacaklarını” deklare eden Beyaz Saray, kışkırtmayı sürdürürken; Washington’ın “caydırılması gereken güç, hasım” ilan ettiği Çin, QUAD’a karşı tavır almaya başladı.
Tüm bunlar Washington’ın Pekin ile nüfuz mücadelesine girdiği Asya-Pasifik’te etkinlik mücadelesini keskinleştirirken; Çin’i kuşatmayı sürdüren ABD, Asya Pasifik’teki “eksik halka” Filipinler ile dört yeni askeri üs konusunda anlaştı.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, Filipinler’i ziyaretinde mevkidaşı Carlito Galvez Jr. ile yaptığı görüşmenin ardından beş askeri üsse ilave olarak dört yeni üsse daha erişim sağlanacağını, böylece Amerikan askerilerinin toplam dokuz üste konuşlandırılacağını belirtirken; NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de, “Küresel nizam tehdit altında. Moskova ve Pekin, otoriter bir karşı çıkışın ön saflarında” deyip ekledi: “Bugün Avrupa’da yaşananlar yarın Doğu Asya’da da olabilir.”[51]
NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’in “Olabilir” tespiti stratejik önemdedir.
Çünkü Washington, Asya-Pasifik’teki ülkeleri yakın markaja alırken Çin’i kızdıracak adımlar ardı ardına geliyor; bu arada Japonya da silahlanmaya hız verdi. Ulusal Güvenlik Stratejisi’ni güncellemeyi hedefleyen Japonya’da savunma bütçesi beş yıl içinde NATO üyeleriyle orantılı olarak GSYİH’nin yüzde 2’sine yükseltilecek. Gerekçesi de Çin ve Kuzey Kore’nin silahlanması.[52]
Öylelikle de, 30 üyeli NATO’nun, “Avro-Atlantik bölgesi dışında en uzun süreli partneri” konumundaki Japonya’da 54 bin Amerikan askeri, yüzlerce savaş uçağı ve Yokosuka’da konuşlandırılan 7. Filo bünyesindeki USS Ronald Reagan uçak gemisinin varlığı, ABD’nin Çin’e olası bir müdahalesinde Japonya’yı doğrudan Çin’in hedefi yapıyor.
NATO ile yakınlaşan Japonya II. Dünya Savaşı’ndan kalma pasifist anayasayı değiştirip, ülke dışına asker de göndermeye başladı. Japon milliyetçi liderler yayılmacı, militarist özlemlerini saklamıyorlarken; ‘Savunma Çalışmaları Ulusal Enstitüsü’nün 3 Haziran 2022 tarihli raporunda Japonya’nın yaklaşık 6 trilyon yenlik yıllık ulusal savunma bütçesinin 10 trilyon yene (80 milyar dolar) yükseltilmesi gerektiği belirtiliyor![53]
Ayrıca askeri hamlelerinin ardından dış politikada attığı adımlarla da dikkat çekmeye başlayan Japonya, Avustralya ile “tarihi” olarak nitelendirilen bir savunma anlaşmasını imzaladıktan sonra İngiltere ile de benzer bir anlaşmaya imza attı.
Özetle ABD, “hasım” ilan ettiği Çin ve Rusya’ya karşı çifte kuşatma stratejisini adım adım hayata geçiriyor. Rusya’ya karşı 20 ülkenin daha Ukrayna’ya silah göndermesini sağlayan ABD, Asya-Pasifik’te de Çin’e karşı topyekûn bir seferberlik hâlinde.
Çin’e karşı ‘Hint-Pasifik Ekonomik Çerçevesi’ni (IPEF) hayata geçiren Biden’ın, 24 Mayıs 2022’de ABD, Japonya, Avustralya ve Hindistan’ın yer aldığı QUAD liderleriyle (ABD Başkanı Joe Biden, Japonya Başbakanı Kişida Fumio, Avustralya Başbakanı Anthony Albanese ile Hindistan Başbakanı Narendra Modi’nin) bir araya geldikleri Tokyo buluşmasından sonra yapılan ortak açıklamada; Ukrayna savaşına değinilerek güç kullanımı ile statükoyu değiştirmeye yönelik adımların kabul edilemez olduğu vurgulandı.
Asya-Pasifik bölgesinin istikrarı için kararlı şekilde hareket etmeye devam edileceği belirtilen açıklamada Çin’e, “Doğu ve Güney Çin denizlerinde serbest faaliyetlerin sağlanması konusunda uluslararası hukukun savunacağız. Bu bölgede tartışmalı sahaların askerileştirilmesi, statükoyu değiştirmeyi gözetleyen zorlayıcı, provokatif veya tek taraflı eylemlere güçlü şekilde karşı çıkıyoruz,”[54] diye mesaj verildi.
Verili tabloda Washington ile Pekin arasındaki etkinlik mücadelesi tırmanırken, ‘Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği Örgütü’nün (APEC) Tayland’daki zirvesinde Çin, ABD’yi “Buralar arka bahçeniz değil,” diye uyarırken; ABD Başkan Yardımcısı Kamala Harris, bölgede uzun vadeli planlarına vurgu yaparak “Burada kalıcıyız” yanıtını verdi.[55]
Gerçekten de ‘ABD Hint-Pasifik Kuvvetleri’ (INDOPACOM), bölgede Uzay Kuvvetleri Komutanlığı kuracağını duyurdu. Yeni komutanlığın Çin ve Kuzey Kore’nin balistik füze tehditlerine karşı ABD savunma kapasitesini artırması amaçlıyor. INDOPACOM, komutanlığın düzenlenecek bir törenle tanıtılacağını duyurdu. ABD Uzay Kuvvetleri, Aralık 2019’da ülkenin uzaydaki çıkarlarını korumak ve uzay operasyonlarını yürütmek misyonuyla kurulmuştu.[56]
ABD ile Çin arasında olası bir “sistemik savaşa” ilişkin senaryoların irdelendiği ‘RAND Corporation’ın ‘The Return of Great Power War/ Büyük Güç Savaşının Geri Dönüşü’ başlıklı raporunda, “derin yapısal dinamiklerden” dolayı ABD-Çin çatışmasının uzun yıllar sürmesi bekleniyor. ABD’nin, küresel düzeyde, SSCB’den çok daha güçlü bir rakiple karşı karşıya kalacağı birçok kez vurgulanıyor.[57]
Bu madalyonun bir yanıyken; öteki yüzü de Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Çinli mevkidaşı Şi Cinping’e askeri işbirliğini artırmaya istekli oldukları ve iki ülkenin Batı etkisine karşı koyma çabaları ile askeri işbirliğini geliştirme mesajı var.[58]
Özetin özeti: Rusya ve Ukrayna arasında 24 Şubat 2022’de başlayan savaş, “küresel sistem” tartışmasına dönüşürken; Rusya ile Çin yakınlaştı.
Batı ülkeleri de, iki ülkenin ortaklığına karşı stratejiler geliştirmek için düğmeye bastılar. Japonya, dokuz yıl sonra savunma politikalarını yeniden tanımladı.
Batı ile Doğu arasındaki çekişme büyüyor, küresel güç sisteminde dönüşüm tartışılıyor
Batı ülkeleri, Rusya-Ukrayna savaşına, Moskova’nın ekonomisini zayıflatma amacıyla başlatılan yaptırımlarla karşılık verdi. İşgalle birlikte artan gerilim, Çin ve ABD arasında “Tayvan’ın egemenliği” tartışmalarıyla daha da tırmandı. Tüm bu gelişmelerin etkisi, küresel ölçekli oldu ve “dünyadaki yeni güç dağılım düzenin” işaret fişekleri sayıldı.
Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Galuzin 26 Aralık 2022’de “ABD’nin diğer ülkelere koşullar dikta ettiği” tek kutuplu dünya çağının sona erdiğini söyledi. Bu sözlerin ardından Soğuk Savaş dönemindeki çift kutuplu sistem tartışmaları kamuoyunda yeniden alevlendi.
Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de 25 Aralık 2022’deki açıklamasında Rusya ile bağlarını derinleştireceğinin sinyalini verdi.
Savaş kararından yaklaşık 20 gün sonra Çin ve Rusya liderlerinin “ortaklıkta sınır yok” formülü ile ilişkilerdeki sağlamlık bir kez daha gözler önüne serildi. İki ülke arasındaki ticaret hacmi ise 2022’nin ilk 11 ayında, 2021 yılının 12 aylık değerine kıyasla yaklaşık yüzde 32 artarak neredeyse 172 milyar dolara ulaştı. Öte yandan yaptırım uygulanan Rus enerjisinin Çin’e ihracatının değer olarak yüzde 64, hacim olarak da yüzde 10 arttığı ifade ediliyor.
Ayrıca Batı yaptırımlarına katılmayan ve Rusya’yı Ukrayna işgali nedeniyle açıkça kınamayan Pekin ile Moskova donanmaları arasında bugün sonlanan Japon denizindeki ortak tatbikat ile iki ülke askerleri dışındaki orduların da dahil olduğu Vostok-2022 tatbikatı, Avrupa basınında “askeri yakınlaşmaya örnekler” olarak değerlendiriliyor.[59]
Evet, Eduardo Galeano’nun, “Ve bu çılgın dünyada/ Her gece sanki son geceymiş gibi yaşansa/ Ve her gün sanki ilk günmüş gibi yaşansa...”[60] dileğini hak eden yerküre her an patlaması muhtemel bir barut fıçısı üzerinde ve yine Galeano’nun, “Dünya barışının aynı anda dünyanın ana silah üreticileri olan aynı beş ülkenin elinde olması adil mi?”[61] sorusunu gündem maddesi kılan haksız savaşların mağduru![62]
Şimdi(lerde); sürdürülemez kapitalizmin giderek yıkıcılaşan krizinden çıkabilmenin tek yolu, kitlelerin duruma müdahalesi ve yerkürenin sınıfsız, savaşsız, sömürüsüz sosyalist ütopya doğrultusunda işçi sınıfı mücadelesiyle dönüştürülmesinden geçerken;[63] altüst olan yerkürede, “Savaş, politikanın başka araçlarla (yani şiddet) devamıdır,” gerçeğini bir an dahi unutmadan V. İ. Lenin’e kulak verin:
“Savaş, savaşan güçlerin hâkim sınıfları tarafından savaşın patlak vermesinden çok önce izlenen politikanın, zor kullanma araçlarıyla devamıdır. Barış, aynı politikanın, askeri hareketler sonucunda rakipler arasındaki güç ilişkilerinde meydana gelen değişikliklerin dikkate alınarak sürdürülmesidir.”
“Çetin savaşlar, karmaşasız olmaz.”
“Savaş da, tarihteki öteki bunalımlar gibi, büyük yıkımlar ve insan yaşamındaki ani değişmeler gibi, bazı kimseleri sersemletir ve yıkar, ama bazılarının da gözlerini açar ve bunları çelikleştirir... dünya tarihini bir bütün olarak düşünürsek, ikinci tür insanların sayısının ve gücünün... birinci türden daha fazla olduğu görülür.”
“Savaşlar ücretli köleliği devam ettirmek ve güçlendirmek içindir; çünkü savaş proletaryayı bölüp sindirir, kapitalistler ise, savaşla zenginleştikleri, ulusal önyargıları kışkırttıkları ve tüm ülkelerde, en özgürlükçü ve cumhuriyetçi olanlarında bile hortlayan gericiliği güçlendirdikleri için bundan faydalanır.”
“Emperyalizm, dünya uluslarının bir avuç ‘büyük güç tarafından ezilmesinin durmaksızın arttığı bir çağdır. Bu nedenle, ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanımaksızın emperyalizme karşı sosyalist enternasyonal devrim kavgasını vermek imkânsızdır.”
“Şimdi gözünüzde canlandırmaya çalışın: 100 kölesi olan bir köle sahibi, kölelerin daha adil bir şekilde paylaşılması için, 200 kölesi olan bir başka köle sahibine savaş açıyor. Bu durum için, savunma savaşı ya da anayurdun savunulması için savaş gibi kavramların kullanılması tarihsel bakımdan kesinlikle yanlıştır, uygulamada ise sıradan halkın eğitimsiz ve cahil insanların, kurnaz köle sahipleri tarafından aldatılmasıdır.”
“Sosyalistler, hepsini de devirmek için, soyguncular arasındaki çekişmeden yararlanma yoluna gitmelidirler. Bunu yapabilmek için de sosyalistler, her şeyden önce, halka doğruları söylemeli; yani bu savaşın, köleliği güçlendirmek için köle sahipleri arasında bir savaşım olduğunu söylemelidirler.”
“Sosyalistler, sosyalist olmaktan vazgeçmeksizin, genel olarak bütün savaşlara karşı olamazlar. Mevcut emperyalist savaşın bizi körleştirmesine izin vermemeliyiz. Büyük güçler arasındaki bu tür savaşlar, emperyalist çağın özelliğidir; ancak ezilen halkların zulmünden kurtulmak için kendilerini ezenlere karşı yürüttükleri savaşlar örneğinde olduğu gibi demokratik savaşlar ve ayaklanmalar da asla olanaksız değildir. Proletarya’nın sosyalizm için, burjuvaziye karşı yürüttüğü iç savaşlar kaçınılmazdır.”
“Soyut bir barış çağrısı yapan pasifizm, işçi sınıfını kandırmanın pek çok yolundan biridir. Kapitalizmde, özellikle de onun emperyalist aşamasında, savaşlar kaçınılmazdır.”
“İster köleliğe, serfliğe, ister günümüzdeki gibi ücretli köleliğe dayansın, sınıflı toplumlarda, ezen sınıf her zaman silahlıdır.”
“Savaşta, gerek ‘kendi’ hükümetinin zaferini savunmak, gerek ‘ne zafer, ne yenilgi’ sloganını savunmak, sosyal-şovenizm görüşünden çıkar. Gerici bir savaşta, devrimci bir sınıf, hükümetinin yenilmesini istemekten başka bir şey yapamayacağı gibi, hükümetin askeri başarısızlıkları ile onu devirme olanaklarının arttığını görmezlik de edemez.”
“Durumumuzun umutsuz olduğu; bu insafsız barışta olduğu gibi ‘onursuz’ bir ölümle, umutsuz bir savaşta ‘kahramanca’ ölmek arasında seçim yapmaktan başka bir çaremiz olmadığı doğru değildir.”
“Yığınların barıştan yana duyguları, çoğu zaman, bir protestonun başlangıcını, savaşın gerici niteliğine karşı kızgınlığı ve yığınların bu niteliğin bilincine vardıklarını ifade eder. Bu duygudan yararlanmak, sosyal-demokratların görevidir.”
“Savaş, kuşku yok ki, şiddetli bir bunalım yaratmış, yığınların endişesini beklenmedik ölçüde artırmıştır. Bu savaşın gerici niteliği ile bütün ülkelerin burjuvazisinin kendi yağmacılık amaçlarını ‘ulusal’ ideoloji sözü ardına gizleyerek söyledikleri hayasızca yalanlar, nesnel devrimci bir temele dayanarak hâliyle yığınlar arasında devrimci kıpırdamalar yaratmaktadır. Bu duyguların bilinçli bir hâle gelmesi, derinleşmesi ve şekillenmesinde yığınlara yardım etmek -bizim görevimizdir. Bu görev ancak şu slogan ile doğru olarak ifade edilir: emperyalist savaşı iç savaş hâline çevirin; ve savaş sırasındaki bütün tutarlı sınıf savaşımları, ciddi bir şekilde yürütülen bütün ‘yığın hareketleri’, eninde sonunda bu amaca yönelmelidir. Güçlü bir devrimci hareketin, büyük devletler arasındaki birinci mi, yoksa ikinci emperyalist savaş sırasında mı olacağını; savaştan önce mi, savaştan sonra mı patlak vereceğini şimdiden söyleyemeyiz, ama ne olursa olsun bizim görevimiz bu yönde sistemli olarak yılmadan çalışmaktır.”
“Ancak devrimci bir mücadele yürütülürse ‘barış’ talebi proleter bir anlam edinir. Demokratik barış denen şey bir dizi devrim olmadan bir küçük burjuva ütopyasıdır.”
“Komünist Manifesto’daki ‘İşçilerin vatanı yoktur’ sözü bugün her zamankinden daha doğrudur. Proletarya ancak burjuvaziye karşı uluslararası bir mücadele yürüterek kazanımlarını koruyabilir ve ezilen kitlelere daha iyi bir geleceğin kapılarını aralayabilir.”
“Kulübelere barış, saraylara savaş! Bütün ülkelerin işçilerine barış! Bütün ülkelerin devrimci işçilerinin kardeşçe birliği! Yaşasın sosyalizm!”
“Ancak, biz tek ülkede değil bütün dünyadaki burjuvaziyi devirir, yener ve onları mülksüzleştirirsek, savaşlar olanaksız duruma gelir.”
“Devrimler olmaksızın sözde demokratik bir barış, dar kafalı bir ütopyadan başka bir şey değildir.”[64]