İnsan Hakları Derneği (İHD) Kars Şubesi, 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla bir basın açıklaması yaptı.
Açıklamayı yapan Şube Başkanı Güldane Kılıç, 1 Eylül'ün, Almanya’nın Polonya’yı işgal ederek 2. Dünya Savaşı’nı başlattığı tarih olması nedeniyle savaşa karşı olan milyonlarca insan tarafından Dünya Barış Günü olarak kutlandığını anımsattı.
Birleşmiş Milletler’in (BM) 2016 yılında Barış Hakkı Bildirisi’ni kabul ettiğini hatırlatan Kılıç, BM İnsan Hakları Konseyi’nin de 2017 yılında aldığı kararla barış hakkının tüm üye ülkeler tarafından desteklenmesi gerektiğinin altını çizdiğini ifade etti. Kılıç, barış gününü kutladıkları bu günde, dünyanın birçok yerinde devam eden savaş ve çatışmaların binlerce sivil ölüme yol açtığını vurguladı.
"KADIN ÖLÜMLERİ BEŞTE BİRİ OLUŞTURUYOR"
Dünyanın farklı bölgelerindeki çatışmaların ağır sonuçlarına dikkat çeken Kılıç, BM raporlarına göre ağır silah kullanımının arttığını, orantısız saldırılar sonucunda sivil ölümlerin beşte birinin kadınlardan oluştuğunu belirtti. İsrail-Filistin savaşı, Rusya’nın Ukrayna işgali, Sudan, Myanmar, Burkina Faso, Mali, Libya’daki çatışmalar ve Suriye iç savaşının binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olduğunu söyledi.
"TÜRKİYE’DE AŞIRI GÜVENLİKÇİ POLİTİKALAR BARIŞA ENGEL"
Türkiye’nin Kürt meselesini aşırı güvenlikçi politikalarla çözmeye çalıştığını belirten Kılıç, 40 yıldır devam eden çatışmalı süreçte temel insan haklarının sürekli ve sistematik olarak ihlal edildiğini ifade etti. Kılıç, devletin toplumdan gelen temel hak ve özgürlüklerin tanınması taleplerine güvenlik politikalarıyla yanıt verdiğini ve bu durumun Türkiye toplumunun kutuplaşmasına neden olduğunu söyledi.
"TOPLUMSAL BARIŞIN ÖNÜNDEKİ ENGELLER KALKMALI"
İHD olarak barışın insan hakları ve özgürlüklere dayalı olması gerektiğini savunduklarını belirten Kılıç, Türkiye’de otoriter rejimin ayrımcı ve ötekileştirici dilinin toplumu daha da militarize ettiğini ve nefret söylemini beslediğini söyledi. Kılıç, başta kadınlar, LGBTİ+ bireyler, sığınmacılar ve çocuklar olmak üzere birçok grubun ayrımcı politikalar ve şiddetten etkilendiğini vurguladı.
İHD Kars Şubesi, 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle barış taleplerini yüksek sesle dile getirdiklerini belirterek, iktidarı insan haklarına dayalı barışçıl politikalar uygulamaya davet etti. Toplumsal barışın sağlanması için mücadeleye devam edeceklerini vurgulayan İHD, tekçilik, ırkçılık, milliyetçilik ve nefret dilinin son bulması çağrısında bulundu.
Açılamanın tamamı şu şekilde:
Almanya’nın Polonya’yı işgal ettiği ve 2. Dünya Savaşı’nın başladığı tarih olan 1 Eylül, savaşa karşı olan milyonlarca insan tarafından Dünya Barış Günü olarak kutlanmaktadır.
Birleşmiş Milletler, 19 Aralık 2016 tarihinde, Barış Hakkı Bildirisini kabul ve ilan ederek barış hakkının bir insan hakkı olduğunu tüm üye ülkelere hatırlatmıştır. Yine Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi de 22 Haziran 2017 tarihinde verdiği karar ile “barış hakkının tüm üye ülkeler tarafından desteklenmesi” gerektiğinin altını çizmiştir.
Barış gününü kutladığımız bugün Dünyanın birçok yerinde bölgesel ve yerel savaşlar ile çatışmalar devam etmektedir. İsrail-Filistin savaşı, Rusya’nın Ukrayna işgali ile devam eden savaş, Sudan, Myanmar, Burkina Faso, Mali, Libya’da süren savaşlar/çatışmalı ortam ve Suriye iç savaşı ile Rojava’daki çatışmalı ortam binlerce sivil ölüme neden olmuştur. Birleşmiş Milletler raporlarında ağır silah kullanımının giderek arttığı, ayrım gözetmeyen orantısız saldırılar sonucunda sivil ölümlerinin beşte birinin “kadın ölümleri” olduğu belirtilmektedir.
İsrail-Filistin savaşından kaynaklı ölüm ve yıkımların boyutu UNDP raporlarında, Gazze’nin yeniden inşasının ancak 2040 yılına kadar tamamlanabileceği belirtilerek ortaya konmaktadır.
Savaşın yıkıcılığı ancak onarıcı adaletin ve barışın sağlanmasıyla giderilebilir. Savaş ve yıkımların neden olduğu zorunlu göçler, yaşadığımız çoklu krizler çağında temel haklara erişim sorunlarına ve ağır yaşam hakkı ihlallerine neden olmuştur.
Türkiye, Kürt meselesini aşırı güvenlikçi politikalarla çözme ısrarını 1990’lardaki köy boşaltma ve yakmaları yerine günümüzde güvenlik politikaları adı altında sınır duvarları, güvenlik barajları, kalekol ve karakol inşaatları, ekonomik ve ekolojik talanın savaş aracı olarak kullanılması ile devam ettirmektedir. 40 yıldır devam eden çatışmalı süreçte başta yaşam hakkı olmak üzere en temel insan hakları sürekli ve sistematik olarak ihlal edilmiştir. Devlet, toplumdan gelen temel hak ve özgürlüklerin tanınması talebine karşı aşırı güvenlikçi politikalarla cevap vererek meselenin çözümünden uzaklaşmış, bu durum Türkiye toplumunun kutuplaşmasına neden olmuştur.
Bu kutuplaşmanın sonucu olarak bugün hala Kürdistan coğrafyasında bir çatışma ortamı devam etmektedir.
Türkiye Cumhuriyeti, kurulduğu tarihten bu yana geçen bir asırlık süre zarfında başta Kürtler olmak üzere toplumun tüm farklı etnik, dini ve cinsiyet gruplarını dışlayıcı politikalar izlemektedir. Bu politikalar sonucu ne yazık ki toplumsal barışını tesis edememiş bir ülke olmayı sürdürmektedir.
İnsan hakları savunucuları olarak son yıllarda herkesin yaşamını doğrudan etkileyen çatışma ortamına karşı barışçıl çözümler üretmemize ve taleplerde bulunmamıza rağmen, siyasi iktidar çözümsüzlükteki tavrını devam ettirmektedir. Maalesef ki devletin sürekli öne sürdüğü çatışma, çözümsüzlük ve savaş ortamı toplum üzerindeki baskıyı da beraberinde getirmiştir. Örgütlenme özgürlüğü ve ifade özgürlüğü büyük baskı altındadır. İnsanlar sadece fikirlerini açıkladıkları için devletin yargı ve zor mekanizmalarıyla sindirilmeye çalışılmaktadır.
Kürt sivil siyasetçiler, insan hakları savunucuları, gazeteciler, sanatçılar birçok insan sadece devletten farklı düşündükleri için hapishanelerde tutulmakta veya iltica etmek zorunda kalmaktadır.
Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiserliği Türkiye’de “gazetecilerin, insan hakları savunucularının ve sivil toplumun uygulanan sistemik baskı ve hukuki yaptırımlar ile belirginleşen ciddi anlamda hasmane bir ortamda faaliyetlerini yürüttüklerini, Türkiye’de ifade özgürlüğünün tehlike altında olduğunu” vurgulamıştır.
Barış talebinin medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) ile de ilişkisi bulunmaktadır. Herhangi bir coğrafyada barışın tesis edilememesi kişilerin insan olmaktan kaynaklı birçok hakkını aynı anda ihlal etmektedir.
İnsan Hakları Derneği olarak benimsediğimiz temel yaklaşım, barışın, insan hakları ve özgürlüklere dayalı oluşudur. İnsanlar arasındaki her türden eşitsizlik, hakların ve özgürlüklerin tanınmayışı, savaşların ve çatışmaların temel sebebidir. Bu nedenle İHD olarak her şart altında ve dünyanın neresinde olursa olsun barışın, haklara ve özgürlüklere dayalı olarak sağlanabileceği düşüncesindeyiz.
Türkiye’de yerleşik otoriter rejimin ayrımcı ve ötekileştirici dili, toplumsal ilişkilerde de hiyerarşi ve biat kültürü dayatmaktadır. Nefret söylemini beslemektedir, bu durumun da toplumun giderek daha da militarize olmasına, ırkçılık ve milliyetçiliğin yükselmesine yol açtığını görmekteyiz.
İktidarın kullandığı bu dil, başta kadınlar, LGBTİ+lar, sığınmacılar, çocuklar ve hayvanlar olmak üzere ötekileştirilen gruplara, canlılara şiddet olarak geri dönmektedir. Ayrımcı uygulamalar ile şiddet politikalarının ürettiği sınırsız-sayısız ihlal gerçeğinin çözümü ve tek seçeneği barışa dayalı politikalardır.
İnsan hakları savunucuları olarak 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle bir kez daha barış isteğimizi yüksek sesle dile getiriyoruz. Topluma dayatılan tekçilik, ırkçılık, milliyetçilik, ötekileştirmenin ve nefret dilinin son bulması için iktidarı insan haklarına dayalı barışçıl politikaları uygulamaya ve Türkiye’nin toplumsal barışına engel teşkil eden tecrit politikasından vazgeçmeye çağırıyoruz. İnsan Hakları Savunucuları olarak barışın tesis edileceği ana kadar mücadele etmeye devam edeceğimizi tüm kamuoyuna duyuruyoruz.
HABER MERKEZİ