Geleneksel olarak felsefenin MÖ. 6 yüzyıl dolaylarında bugünkü İzmir ile Gökova körfezi arasında (Aşağı-yukarı bugünkü İzmir ve Aydın illeri ile karşılarındaki 12 adalarda) kalan kıyı bölgesi Iyonya’da başladığı kabul edilir ama bundan önce buralarda Luviler, Likyalılar, Truvalılar ve Arzawalılar vb. yaşardı, onların Yunan Felsefesine hiç mi katkıları olmadı? Kuşkusuz oldu. Luvi Yazıtları henüz yeni okunmaya başlandı. Kaldı ki bundan önce ilk felsefi bilinç Sümer, Mısır ve Hint mitolojileri içinde olgunlaşmıştı. Haliyle din gibi felsefe ve biliminde ilksel başlangıçları mitoloji içinde mevcuttu.
Felsefenin sözcük anlamı, “Yunanca: φιλοσοφία, “philosophia” yani philo: “sevmek” anlamı taşıyor. Sophia ise bilgi, bilgelik, hikmet demektir. Philosophia da: “bilgi sevgisi” veya “bilgi arayışı” demek oluyor. Ayrıca felsefe ölçülü olmak gibi anlamlar da verir. Hegel’in çağında felsefe “bilimlerin bilimi” olarak ifade edilirdi, ve dünyayı yorumlamaktan öteye geçememişti. Marks ile felsefe dünyayı yorumlamaktan dünyayı değiştirmeye yöneldi. Felsefe bir dünya anlayışı olarak kabul edildi.
Felsefe, evrenin, doğanın, toplumun ve düşüncenin en genel ilkeleri ve yasalarının bilgisidir. Bir başka anlatımla felsefe doğanın ve toplumun en genel ilke ve yasalarıyla ilgilidir. Buradan anlaşılacağı gibi Felsefi Düşünce insana bütünsel bakış açısı kazandırır.
Bu tanımda felsefenin ilkeleri nedir? gibi bir soru ortaya çıkar. Söz konusu felsefi ilkeler aslında diyalektiğin ilkeleridir. Doğanın diyalektiği, toplumun diyalektiği, vb olarak kendinden bir yasa olarak söz-ettirir. Diyalektik ilkeler, evren, doğa, toplum ve insan düşüncesine uygulanır. Felsefenin ilkeleri ya da diyalektik ilkeler madde, doğa, toplum ve evrene ya da bundan birisine uymaz ise ondan diyalektik ilke ve yasa olarak bahsedilemez. Felsefenin önemi ve bütünsel bakış açısı buradan gelir. Birde her yeni bilimsel gelişme ile felsefi-diyalektik ilkeler kendini yeniden değerlendirir ve geleneksel öz’ünde yeni ayarlamalar yapar. Bundan dolayı özgün olandan genele, tikelden tümele, bilimden felsefeye gelinir. Felsefe içinde bilim görünür. Ama felsefe bilim değildir. Bunlar Farklı alanlardır.
Felsefe, en genel bilgi ve ilkelerdir. Bilim, ölçülebilir, deneylenebilir, gözlemlenebilir, doğrulanabilir, yanlışlanabilir bilgilerle ilgili ve sınırlıdır. Bilim aslında tarih bilimidir, ama onu da DOĞA ve TOPLUM bilim olarak ikiye ayırırız. Bu alanlar kendi nesnelerine farklı yaklaşırlar. Felsefi ilkeler doğa ve topluma uygulanır. Her bilimsel gelişme ile felsefe diyalektik ilkelerin yeniden gözden geçirilmesi bundandır. Doğa ve toplum yasalarıyla çelişen bilinç, felsefe ve diyalektik ile de çelişir.
Bilim gözlem ve deneye dayanır dedik. Ancak ne evren, ne de doğa ve toplum deneye ve gözleme sığmaz, bunun için bilimsel bilgi göreli ve sınırlı, felsefi bilgi ise genel, sınırsız ve çok önemlidir, felsefi bilgi en bütünsel bilgidir. Bilimin nesnesi anlamında felsefenin bir nesnesi yoktur. Felsefe tüm varlıkların en genel ilkesi ve yasası demektir. Bütünsel bakıştır.
Günümüzde maddeyi bilmemizdeki sınırlar gittikçe genişliyor. Atom parçalandı, parçacıklarda parçalandı. Madde sonsuzca bölünüyor. Her parçalanma atom altı evrende devasa bir enerji ortaya çıkarıyor. Bildik evren dışında birde atom altı parçacıklar alemini keşfettik. Atom fiziği şimdi nükleer fizik içinde kaldı. Nükleer de aşıldı.
Bilim atomun parçalandığını ve parçacık fiziğini gösterirken, felsefe bize maddenin sonsuz olduğunu, sonsuzca bölünebileceğini gösteriyor. Felsefe ile bilim ilişkisi bu tür bir ilişkidir. Bilimlerden bilgilerden geçerek felsefeye geliriz. Felsefe içinde her türlü bilgiyi bilimi görürüz. Tikelden tümele, tümelde ise tekil ve tikeller…
Bilim ve felsefe okuyanlar, daima koca koca profesörler ve yazarlardan şunu duyacaklardır: “Bilim tarafsız olmalıdır, diyalektik ilkeler doğa ve topluma uygulanamaz, vs.” Bu temelsiz ve yanlış söylemlerin hiçbirisine kulak asılmamalı. Bunlar düşüncenin kan emicisi anlayış ve felsefe karşıtlarıdır. Kafası karışıklarda bu cenahta yer alırlar. Felsefe, devrimlere ve huzursuzluğa yol açıyor diyerek felsefi bilgileri ve ilkeleri tarihten silmek istiyorlar. Aynı şekilde Tarih Bilimine karşıda 1980’lerden sonra bir cephe açıldı. Bunlar devrimlerin neyi yıktığını bilmeyen, bilmekte istemeyenlerdir.
Günümüzde zaten bilim ve felsefenin eğitim kurumlarında önemi oldukça düşürüldü. Lise ve üniversitelerde felsefe diyerek okutulanlara artık felsefe diyemiyoruz. Felsefe olmayan felsefeler okutulmaya başlandı. Felsefe, bize maddenin, doğanın, toplumun bilinebileceğini ve değiştirilebileceğini öğretir. Felsefe bir dünya anlayışıdır. Bilim nesneldir, ama asla tarafsız değildir. Bilim haksızlığa uğrayanların, gericiliğe karşı mücadele eden yığınların tek silahıdır. Köşe başlarını tutmuş orta çağ özlemcileri, “Kurana sarılın”, “incile sarılın” , “Tevrat’a sarılın” diye bağırırken, “bilime sarılın” demekten başka alternatif mi var? Tarafsızlık neyin nesi? Bilim daima taraftır.
Felsefe Neden Doğdu?
Burada asıl konu, günümüzdeki anlamıyla felsefenin neden Antik Yunan’da doğduğu. Neden “Mısır, Mezopotamya, vb.” gibi gelişmiş medeniyetlerde değil de Yunanistan’da doğdu? Batı Anadolu ve Ege’de yaşayanları felsefi düşünmeye iten etkenler nelerdi? “Matematik, Astronomi, Geometri” gibi bilimsel konularda Mısır ve Mezopotamya gibi uygarlıklar çok daha ileri bilgi, deney, tecrübe ve becerilere sahiptiler ama neden EGE ya da Antik İyon bu uygarlıklar arasından sıyrılarak birden düşüncede aydınlanma yaşadı? Burada sormamız gereken ilk soru “Antik Yunan’da olan fakat diğer medeniyetlerde olmayan neydi?” Felsefi düşünceyi tetikleyen tarihsel olay ne olabilir? Öncelikle eskil toplum ve kabilelere yön veren mitolojik düşünce söylencelerden ibaret idi ve çok zayıftı, sorunlara ve istilalara çözüm bulamıyordu. Felsefenin doğuşunu düşünürken, Birey haklarından uzak Kabile anlayışı ve Mitolojik düşüncenin zayıflığı daima aklımızda olmalı. Çünkü düşünceyi kabile belirliyordu. Bireyin yerine düşünen kabile şefliği tıkanmıştı. Bu aşılmalıydı. Bu, felsefeyle aşıldı.
Birde çok önemli bir tarihsel gelişme daha var. Ege’de çalışmadan yaşayan, bunların içinde de, elde kadeh düşünce üreten tartışan yeni bir sınıf oluşmuştu. Başkasının emeğini sömüren, çalışmadan yaşayan bu sınıf içinde felsefe doğdu. Sokrates, Platon, Aristo bu tür bir sınıfın, çalışmadan yaşayan sınıfın aydınlarıydı…
Bunlardan önce Deniz Kavimleri ya da Ege Göçleri dediğimiz yığınsal göç istilaları ile MÖ 1200’lerde 800’lere kadar Akdeniz-Ege havzası ciddi bir kargaşa ve harmanlama yaşamıştı. Göçler sonunda Yunan anakarasından ayrılan Aioller, kuzeybatı Anadolu’ya (Edremit Körfezi ve civarı); İyonlar, Batı Anadolu’nun orta kesimine (kabaca Aydin-İzmir ili ve civarı), Dorlar ise Anadolu’nun güneybatı köşesine (kabaca Muğla) yerleşmişlerdir... Antik Yunan toplumu çok çeşitliydi ama üç büyük toplumsal varlık ve kabileden oluşuyordu. Bu oluşumlar sırasıyla “Aioller-Eolialılar” (köylü çiftçi sınıfı olarak adlandırılabilir) “Dorialılar” (ülkenin güneyinde yaşayan askerlerin oluşturduğu kabile, Spartalılar bu kabileden olmalı) ve sonuncu olarak “İyonyalılar” yani Batı Anadolu’da denizcilik ve ticaretle geçimini sağlayan, düşünmek için boş zamana sahip zengin bir sınıf mevcuttu.
Bu devirde toplumlar, kabîleler mitolojik bilince, mitlere ve mitik büyük ilahlara yani Marduk ve Zeus gibi tanrılara tapıyorlar, kendilerini tanrıların koruduğunu sanıyorlardı. Ama Mısır yazmaları daha bu zamanda mitsel İsis, Seth, Osiris’den söz ederken gerçekten bizi bu tanrılar mı yarattı diye de sorguluyor, felsefenin eleştiri silahını kuşanıyorlardı. Bir kez daha tekrarlayalım; Felsefe yapmak için boş zaman gerekiyor. Boş zaman için çalışmadan yemek içmek yaşamak gerekiyor. İşte felsefe öncesi başkasının emeğiyle yaşayan bir elde kadeh rahat yaşayan egemen sömürücü sınıf olmalıydı ki felsefi düşünce üretsin. Ama bu sorumuza tam yanıt olamaz. İkincisi, Yunan felsefesi doğmadan önce Doğudan gelen Barbar Persler, Babil, Doğu Akdeniz ve Anadolu’yu çiğneyip geçmiş, buralarda tapınılan ve insanları koruduğuna inanılan büyük dinler-tanrılar-ilahlar (Zeuslar, Marduklar) Perslere karşı koyamamışlar ve böylece dünyanın en güçlü ilahların ilahi temeli çökmüştü. Dinsel ve mitsel ulu ilahların inançları ideolojileri de çökmüştü. Evet, felsefenin hemen öncesinde, hatta şafağında Babil ve EGE’de en güçlü ilahların ilahi temeli yıkılmıştı. En güçlü ilahlarla birlikte eski düşünce ve mitik bilinçte çökmüştü. Babil egemenleri istila altında Marduk’un ilahi temeli çökünce, Nebatilerin Petra diyarına kaçarak orada yeni El İlahlar ve yeni dinler keşfettiler… Ege ve Atina ise istila sürecinde felsefi düşünceyi yarattı. Pers istilası sonrası Platon Yunanlılara, adına “mutlak ide” dediği bir (yunan) ideolojisi önerdi.
Platon, Doğuyu çok iyi tanıyordu. Anadolu, Mısır, Fenike, Babil, Kartaca, İtalya … dolaşmış oralardaki Baal tanrılarını yakından görmüş, Baal’ları, Homeros ve Hesiodos’un yarattığı-yazdığı Yunan tanrılar ile karşılaştırmış, tanrıların ilkel ve saçma olduklarını kavramış, buradan soyutlama yoluyla felsefi bir tanrıya, mutlak ide düşüncesine ulaşmış, bunu Yunanlıların Birlik düşüncesi yapmıştır. Ve felsefeyi geliştirmiştir. Üç tarafı denizlerle kaplı Antik Yunan’da zengin sınıf İyonyalılar denizcilik ve ticaretle uğraştıklarından dolayı; Mısır, Mezopotamya vb. ülkelerden gelen çeşitli tüccarlar ile iletişim kurarak fikir alışverişi yapma imkanlarına sahiptiler. Doğu Medeniyetleri bu jeopolitik avantaja sahip değildi. O koşullarda toplumlar “bilgiyi” gündelik ihtiyaçlarını karşılamak için kullanıyorlardı. Fakat zengin ve bilgiye aç İyonyalılar ticaret ve denizcilik sayesinde diğer halklarla etkileşeme geçiyorlardı. Sonrasında ise Mısırlılar gibi “Neden? Nasıl? Niye?” diye sormaya ve sorgulamaya başladılar. Yunan şehir devletçikleri Polisler oligarşi ile yönetilmekteydi. İyonya hükümetini idare eden, güçlü kişilerden oluşan çoğul gruplar vardı. İyonya halkı (kadınlar, köleler ve yabancılar hariç) fikirlerini kamuoyuna sunma ve tartışma özgürlüğüne sahiptiler.
Buna karşın Doğu uygarlıklarında çoğulcu ve demokratik olmayan; merkezi otorite ile yönetilen bir despot devlet yapılanması vardı. Doğu hep despot çıkarmıştır. Sosyo ekonomik yapı despot üretiyordu... Doğu Batı’dan çok farklı idi... Doğu’da temel bir çerçevesi olan, mutlak doğrulara sahip ilahi kutsal kitaplar ve yazmalar vardı… Antropomorjik çok tanrılı Yunan dinini Homeros gibi peygamberler, şairler yaratmıştı. Bu inanç sisteminde teşkilatlanmış din adamları sınıfı, ve dinin ilahi kutsal kitabı yoktur. Bu da temel bir çerçevenin olmamasına, dolayısıyla da dinsel yapıya ilişkin tüm düşüncelere açık olmasına ve Doğu’dan ve farklı düşüncelerden etkilenmesine yol açmıştır. Böylelikle ilk filozoflar yerleşik inanç sistemini eleştirerek, doğayı doğaüstü güçlerle açıklamayı reddettiler. Akli Düşünme öne çıktı. İLK Varlığa ilişkin sorulara rasyonel yanıtlar vermeye çalıştılar. Mitsel Söylenceler tali kaldı. Böyle bir ideal ortam oluşmasının ardından, felsefenin İyonya’da doğmasında, Mısır ve Mezopotamya gibi eskil medeniyetlerin de etkisi küçümsenemeyecek kadar fazlaydı. Felsefi düşünce damlaya damlaya göl-deniz-okyanus oldu…
Antik Mısır, Mezopotamya, Hint, Çin ve İran sistemleri kendilerini dini ve mistik daha dogrusu MITOLOJIK öğelerden arındıramadıkları, ilahi temeli çöken tanrının yerine akli mantıki bilimsel düşünce değil , yeni bir ilahi güç ikame ettikleri için felsefe kabul edilmemektedir. Yunan düşünce sisteminin felsefe kabul edilmesi din ve mit dışı akla dayalı olmasındandır. Zira günümüzde kuşkusuz hem Çin hem de Hint Felsefeleri çok güçlü felsefelerdir, onlarda modern zamanlarda din dışı mantıki özgün yollarını açmışlardır.
MEZOPOTAMYA - MISIR UYGARLIĞI Bu uygarlıklardaki bilimsel ve felsefi çalışmalar mitolojinin-dinin etkisi altında gerçekleşmiştir. İlk uygarlıkların yerleşim merkezi olan Fırat-Dicle ve Nil nehirlerinin kıyıları, aynı zamanda ilk bilimsel çalışmaların ortaya çıktığı yerlerdir. Felsefenin doğuşunda bir çok medeniyetin oluşturduğu bilgi birikimi etkili olmuştur.
MEZOPOTAMYA'daki Sümerler ve Babillilerin tapınakları aynı zamanda birer gözlem evi (rasathane) idi. Bu tapınaklarda ilk kez güneş ve ay tutulmalarının çizelgeleri düzenlenmiştir. Buradaki astronomi din ile sıkı bir bağlılık içindedir ve günler aylar yıllar Tanrı Temmuz’un doğumu, yeraltına çekilişi ve yeniden dünyaya gelişi ve İnanna ile birleşmesiyle sembolleştirilir. Sümerler çivi yazısı kullanıyorlardı. Çamurdan yaptıkları kil tabletler üzerine Temmuz - İnanna şiirlerini ve çok sayıda edebi yazıları yazmışlardır. Akad istilası dönemimde Sümer Destanlarını, Babil zamanında Hamurabi Kanunları'nı vb yazmışlarıdır. Akkad istilası sonrası yeniden kurulan, Yeni Sümer Devleti Devrinde yazılanların ise edebi ve felsefi değeri çok yüksektir.
SÜMER FELSEFESİ
Her şey su’dan meydana geldi.
Başlangıçta “ilkseldeniz” vardı; kökeni veya doğuşu konusunda bir şey söylenmemektedir; O mutlak var olandır: O, yaratılmadan yaratan Ulu Ana Tiamat’tır. Bütün tanrıların ilkidir. Her şey ondan oluşmuştur. Sümerler onu her zaman varmış gibi düşünmüşlerdi. Bundan dolayı O kişileştirilmiş su’dur. Her şey ondan su’dur etmiştir. İlksel deniz Sümer düşüncesinin mutlak varlığıdır. Her şey ondan türer. Her şey Su’dan oluşur. Kısacası Sümer Felsefesinde ilk varlık Su’dur. Bu felsefe asırlar sonra Yunan Felsefesinin ilk materyalisti ve doğa felsefecisi Thales tarafından savunulmuştur.
HİNT UYGARLIĞI: Hint uygarlığında etkili olan düşünceler Brahmanizm ve Budizm'dir. Brahmanizm’de Söylenceler ve Dinin kuralları "Veda" denilen kitaplarda toplanmıştır. Veda'lar farklı zamanlarda yazılmış bir çeşit ansiklopedidir. Bir beyitte "Tanrılar ve insanlar henüz yokken bu evrende acaba ne vardı?" sorusu sorulur. Bu tür düşünceler felsefe alanında ilk adımlardır. İlk varlık Brahmanizm’de tüm doğa Brahman adı altında tanrısal bir tek güç olarak görülüyor. Bu tek güç insana 3 ayrı Tanrı biçiminde görülür; Brahma (Yaratıcı), Vişnu (Koruyucu), Şiva (Yok edici). Offenheimer filmi bu yok edici tanrıyı işler. Budizm’de, Hindistan'da Guatama, kendisine "uyanmış, aydınlanmış" anlamına gelen Buddha adı verilene kadar geçen sürede, hayatın amacını anlamak, ölüm gerçeğiyle baş edebilmek, ıstıraplardan kurtulmanın yollarını keşfetmek ve çevresinde gördüğü derin insani acılara bir çözüm bulabilmek amacıyla, derin düşüncelere dalarak Hindistan'ı baştan aşağı dolaşmıştır. "Orta Yol" kavramını ortaya atarak, insanın aşırılıklardan kaçmasının önemi üzerine bir düşünce sistemi geliştirmiştir. Hint felsefesi geleneksel olarak ruhsal ve gizemsel bir felsefedir. Hiçbir zaman kendini dinden soyutlayamamıştır. Hindistan'da en basit inançlar bile bir felsefe değeri taşır. Hint felsefesi bireyseldir. Kişi kendi kurtuluşunu sağlayacak özü ancak derin düşünmesiyle elde edebilir.
ÇİN UYGARLIĞI: Çin felsefesi M.Ö 6. yy'dan beri 3 koldan gelişmiştir: Tao Öğretisi/ Konfüçyüs Öğretisi/ Buda Öğretisi Taoizm: Lao Tzu tarafından oluşturulmuş bireysel bir kurtuluş dinidir. Sembolü Yin-Yangdır. Tao; doğru yol, kendini tanıma, zıtların birliğini görmektir. İnsan kendini tanıyınca doğru olan yola yani Tao'ya ulaşmış olur. Evrende bir düzen vardır ve bu düzen toplumda yasalarla sağlanır. Konfüçyüsçülük: Bir ahlak öğreticisidir. "İnsanı olgunluğa götüren yol bilgidir." Konfüçyüs metafizik konularla uğraşmamıştır. Onun esas ilgisi "üstün insan" ve "iyi düzenlenmiş toplum" oldu. Erdem, insani ilişkiler ve iyi toplum dışında hiçbir şeyle ilgilenmedi.
İRAN UYGARLIĞI: Zerdüşt inancı: Avesta adı verilen kutsal metinler vardır. Ahura Mazda, bu düzeni sağlayan, hayat veren, iyilik ilkesidir. Bu din iyi ve kötünün çatışmasına dayanır. Tüm insanlık tarihi kötü güç ile iyi gücün, karanlıkla aydınlığın çatışmasından oluşur ve bu çatışmanın yapıldığı alan ise insan ruhudur. Bunun sonunda iyi kötüye, aydınlık karanlığa üstün gelecektir. Eskil, Antik Mısır, Mezopotamya, Hint, Çin ve İran sistemleri kendilerini dini ve mistik (mitolojik) öğelerden arındıramadıkları için felsefe değil mitsel-dinsel kaldılar. Bunların hakikat anlayışı farklıdır.
ANTİK YUNAN FELSEFESİ Antik Yunan felsefesinin MÖ 6. yy'da İyonya'da ortaya çıktığı kabul edilir. Bu yaklaşım daha önce felsefe ile ilgili konular olmadığı anlamına gelmez. Antik Yunan uygarlığından önce Mısır, Mezopotamya, Hint, Çin ve İran uygarlıklarında felsefi düşüncelere rastlanmaktaydı. Yalnız bu toplumlar olayları çoğu kez mitoloji ve din ile açıklamışlardır. Antik Yunan felsefesinde ise olaylar akıl, mantık ve gözlemle açıklanmaya başlamıştır. Herkes Antik Yunan felsefesi; Doğa felsefesi, Sofistlerin Felsefesi , Sistematik Felsefe ve Hellenistik Felsefe olarak 4 kısımda ele alınır.