Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisini hedef alan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'ye tepki gösterdi.

AKP'nin kurucu kadrolarının bile MHP'den rahatsız olduğunu savunan Bakırhan, "MHP, AKP’ye atanmış kayyımdır. İktidar, seçim için bunları söylemiyorum. MHP’nin ipi ile inilen kuyuda kalınır" dedi.

Bahçeli'nin 'DEM Parti milletvekillerinin maaşları kesilsin' sözlerine dikkat çeken Bakırhan, "Meclisten at, belediyesini gasp et, halayını yasakla; partiyi kapat, idam sehpasını kur. Hitler bile öyle değil. Sen kimsin? Bin yıllardır bu coğrafyada yaşamış, kadim halklardan birisi. Ayıptır. ‘Devletin maaşını alıyor’ diyor. 30 milyon Kürt, devlete vergi ödüyor" diye konuştu.

'MHP'NİN TEK BİR ESERİ YOK'

Bakırhan, "Biz çetelerin, mafyaların vergisi ile buraya gelmedik ki? Sen kimsin yani sahip gören? Bugün bize meydan okuyan emin ol yarın Cumhurbaşkanı’na okuyacak. Buna emin olabilirsiniz. Yarın AKP’lilere okuyacak. Bu gücü, kudreti kim vermiş? Allah aşkına tek bir tane yapmış olduğu eseri söyleyin, ne yapmış MHP? Hükümet düşürmekten, erken seçime götürmekten, kriminal işlerin merkezi olmaktan başka ne yapmış?" ifadelerini kullandı.

Bakırhan'ın t24'ten Gökçer Tahincioğlu ve Namık Durukan'ın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

- MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, DEM Parti’nin kapatılmasını, milletvekillerinin maaşlarının hazineye aktarılmasını istedi. Açıklamayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

MHP gerçekten Türkiye’de oyun kurma peşinde değil. AKP, ‘ikinci yüzyıl inşası diye başladı’ ama MHP ile bir inşanın, bir demokrasinin, daha rahat nefes alınacak bir zeminin oluşmasının imkânı yok. Sürekli kendisini sahip gören, üstenci, hakaret ve küfürlerle başta partimiz olmak üzere muhalefeti sindirmeye çalışan bir anlayışla karşı karşıyayız. Bizi sanırım bu toprakların parçası olarak görmüyor. Biz buradayız, bin yıllardır buralardayız, buralarda olmaya devam edeceğiz. MHP muhalefetin, mevcut iktidar politikalarına eleştirilerini sindiremiyor. MHP’nin yaklaşımına dikkat ederseniz bugüne kadar Türkiye’deki herhangi bir meselenin çözümüne dönük olumlu tek bir programı, planı yok. Sürekli eleştireni tehdit eden, eleştiriler karşısında kendisini konumlayan ve aslında siyasete ait olmayan bir dili kullanmaya çalışıyor. Türkiye’de bugüne kadar siyaset dili böylesine dibe düşmemişti.

'ASIL KAPISINA KİLİT VURULACAK PARTİ MHP'

Biz Türkiye halklarına olan saygımızdan dolayı böyle bir dili kullanmayı düşünmüyoruz. Hakaret eden bu faşist zihniyet, anlayış karşısında söyleyeceğimiz tek bir şey var. Biz bunu tanıyoruz, bu dil bizim mücadelemizi engelleyemeyecek. Çetelerle, mafyalarla günün her dakikası, her saati poz veren, fotoğraf veren; onlar için yasal düzenlemeler çıkaran ve bunu aleni, açık bir şekilde yapan bir siyasi partinin bu ülkeye, bu ülkenin geleceğine, halklarına verebileceği bir şey yoktur.

Asıl bağımsız, tarafsız bir yargı olsaydı kapısına kilit vurulacak partinin hangisi olduğunu bence çok iyi görürdük. Sinan Ateş cinayeti… Güpegündüz çakarlı araçlarla bir insan katlediliyor. Her şey açık, aleni bir şekilde ortada. Böylesine pervasızca bir akılla karşı karşıyayız. Biz bu toprakların gerçek bileşenlerinden birisiyiz.

- Bu dilin yarattığı bir tehlike yok mu? Daha önce eşzamanlı biçimde parti binalarına saldırı yapıldığını, İzmir’de cinayet işlendiğini gördük. Böyle tehditler geliyor mu?

Bölgede işlenen her olay aslında, biraz kazınırsa, arkasındaki bence aktörler çok bellidir. Bu toprakları zehirliyor. MHP’nin dili halkları uzun vadede karşı karşıya getirecek bir zemin yaratıyor. Kavgadan, gürültüden, parmak sallamadan, kapatmaktan başka bir şey bilmiyor. Kirli işlerde büyük, ortaklıkta küçük, insanlık adına herhangi bir katkısı olmayan bir dille bir siyasi anlayışla karşı karşıyayız. Bu zehirli dil halkları karşı karşıya getirmek istiyor ama zaten tam da biz onun için varız. Bizim varlığımız içeride çıkabilecek olumsuzları engelleyecek bir duruştur.

'FERDİ TAYFUR DİNLESİN'

Bence Bahçeli biraz efkârlı. İktidarını kaybetmesinden kaynaklı, bizim Türkiye sathındaki bütün zemin ve alanlara son süreçte özellikle yoğun bir şekilde girip onların sorun alanlarında buluşmamız, sahiplenmemizden kaynaklı çok efkârlı ama efkarını küfürlerle bizim üzerimizden dağıtma yerine Ferdi Tayfur dinlesin bence. Ona daha iyi gelir.

'AKP’Yİ BİRAZ MHP’YE İTEN ASLINDA ARKA PLANDAKİ DÜŞÜNCELERİYDİ'

Bugüne kadar AKP ile MHP’nin ya da başka siyasi partilerin kurmuş olduğu ortaklık ya da ilişki, bunlarla hiç böyle bir ilişki kurmadık. Sürekli eleştirel bir noktadaydık. Şunu da söyledik; demokratik bir anayasa, Kürt meselesinin demokratik çözümü konusunda bir irade varsa, bir irade ortaya çıkarsa biz bu iradenin işlerinin kolaylaştırılmasını sağlarız. Çözüm sürecinde geleneğinden geldiğimiz partinin takındığı tutum da buydu. Türkiye’nin geleceğine, halkın lehine, demokrasinin, özgürlüklerin lehine atılacaksa bir adım, varsa olumlu bir atmosfer buna katkı sunmak üzerine kuruluydu. Ama bu denendi. Burada bir kez daha gördük ki aslında AKP de meselenin çözümü konusunda sağlam bir iradeye sahip değilmiş, böyle bir perspektifi de yok. Eğer öyle olsaydı devam ettirirdi. Çeşitli gerekçelerle bu havayı bulandıran kimi pratiklerin karşısında sağlam durabilirdi. AKP’yi biraz MHP’ye iten aslında arka plandaki düşünceleriydi. Bizimle alakalı bir durum değil. Kürt meselesi, demokratikleşme, yeni anayasa biraz iktidarlarını devam ettirmek için kullandıkları bir argüman gibi duruyor.

'BAHÇELİ RACON KESİYOR AKP YAPIYOR'

Öyle olmasaydı bu karanlık ittifak bunca yıl devam etmezdi. Bahçeli racon kesiyor AKP yapıyor. Emin olun bakın AKP’nin kurucu lider kadrolarının birçoğu ile ben, partimiz çeşitli zeminlerde karşılaşıyoruz, sohbet ediyoruz dönem dönem, çok rahatsızlar. AKP-MHP arasındaki bu ilişkiden sanırım rahatsız olmayan sanırım sadece saray ve çevresidir. AKP’nin kendi kurucu zemini bence büyük oranda buna karşıdır.

- Son seçimden önce belki parti yöneticileri üzerinden değil ama sembol isimler üzerinden AKP ile bir temas trafiği yürütüldüğü söylendi, doğru mu?

Bizim resmi olarak böyle bir temasımız olmadı. Söz söylerken, siyaset yaparken, adım atarken empati yapan, söylediğimiz sözün ne kadar nereyi, neyi etkilediğini hesaplayan bir siyasi partisiyiz. Diyalog, müzakere partisiyiz. Bizde sonsuz bir düşmanlık, sonsuz bir görmeme durumu olmaz. Bir de bazı meseleleri birbirinden ayırmak gerekiyor. Politik esneklik ile ilkesel tutumu birbirine karıştırmamak lazım. Kavganın, gürültünün, tehdidin; cezaevlerinin Kürtlerle, Kürt siyasetçilerle dolduğu, insanların cezaevlerinde ölüme terkedildiği, günde üç beş cenaze aldığımız, Kuzeydoğu Suriye başta olmak üzere güneydeki (Kuzey Irak) Kürt avı, Kürtlerin statüsünün nerede olursa olsun bir biçimde yok edilmeye çalışıldığı bu anlayışta biz değil yan yana gelmeyi yani uzaktan fotoğraf vermeyiz.

'KÜRDÜN DİLİNİ, HALAYINI EDEN BİR AKP İLE NE İŞİMİZ OLUR'

Aynı caddeden gitmeyiz. Bu AKP ile olmaz. 2003’te kurulan AKP ile çözüm masasındaki AKP ile bugünkü AKP aynı değil. Arada dünya kadar fark var. Bugün Kürdün dilini, halayını, halayını inkar eden; halay çekenleri tutuklayan bir AKP ile ne işimiz olur. 85 yaşındaki Makbule Özer’i, Hatice Yıldız’ı içeri atan, halay çektiği için sanatçıları insanları tutuklayan; Kürt siyasetine darbe yapan, cezaevlerini dolduran, onlarca yıl Kürtçe hakkını kullandığı için ceza veren anlayışla bizim bir araya gelme durumumuz olabilir mi? Kesinlikle olmaz. İkincisi ise konjonktürel durumların zorunlu koşulları var; mecliste birlikte çalışıyoruz, ülke üzerine söz kuruyoruz. Yeri geliyor kavgalar ediyoruz. Ülkeyi ilgilendiren önemli meselelerde doğal olarak temaslar oluyor, halkın bizden yoğun talepleri oluyor. Yürütme ve icra kurumu olduğu için doğal olarak muhatabın onlar olduğu durumlar var ve biz de görüşür, çözüm önerir, diyalog kurar ve düzeltme talep ederiz. Hakeza gündemlere ilişkin bizi ziyaret etmeleri doğaldır, görüşlerimizi ifade ederiz. Bu ve benzeri durumları ilkelerin delinmesi olarak yorumlayanlar var, katılmıyorum. Muhatap biziz, diğer taraf da onlar. Politik esnekliği toplumun çıkarlarına göre her zaman her yerde elbette ki kullanırız.

- Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı İbrahim Hacıosmanoğlu Diyarbakır’a gitti. Amedspor yönetimi ile birlikte görüntü verdi. Diyarbakır valisi DEM’li belediye eş başkanları ile görüntü verdi. Bu görüntü yeni bir dönem mi sorusunu gündeme getirdi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Garip olan o aslında. Türkiye’nin bakış açısını değiştirmesi lazım. Diyarbakır-Amed, Türkiye’nin bir kenti, bir büyükşehir belediyesi. Demek ki tam dediğimiz gibi, başka bir hukuk uygulanıyor, başka bir bakış açısı, yaklaşım var. Neymiş Futbol Federasyonu Başkanı, Diyarbakır’a gitmiş. Garip, ya da sevindirecek; gelmediği zaman üzecek bir durum yok. Normali, gitmesidir. Federasyon başkanının oraya gitmesi gayet normaldir. Valinin, belediye eş başkanları ile aynı fotoğrafta olması garip bir durum değil. Asıl olması gereken odur. Garip olan yıllar sonra ilk defa ilk karede, ilk fotoğrafta olmalarıdır. Bakın dikkat etin bir kentin futbol takımı bile ayrımcılığa uğruyor, bütün deplasmanlarda edilmedik küfür hakaret kalmıyor; kendi hakkıyla, emeği ile bir ligde oynuyor, sanki bir şey bahşedilmiş gibi ‘Futbol Federasyonu Başkanı gitti’ biçiminde yorumlar yapılıyor. Bir vali, o kentin belediye eş başkanı, seçilmiş iradesini tanımıyorsa sorgulamak gerekiyor. Onu sorguluyoruz. Sandık kuruldu mu, kuruldu. Halkın iradesi bütün baskılara rağmen tecelli etti mi, etti. Peki bu devletin valisine, kaymakamına düşen nedir? Sonuçlara uymak, onu kabullenmek, ona saygı duymaktır. Bugüne kadar nasıl bir baskı altında yaşadığımızın en iyi fotoğrafı vali ve federasyon başkanının ziyaret etmesinden ortaya çıktı. Gitmeleri olumlu mu, olumlu tabi. Bence gitmeliler. Her zaman gitmeli. Sadece onlar değil, tüm bürokrasinin oraya gitmesi gerekiyor. Buraya büyük anlamlar yüklemeye gerek yok. Vali gitti, federasyon başkanı gitti ama belediye eş başkanı protokole alınmadı. Ya da gidip orada ısrarla Türk bayraklarını, milli takım formasını hediye etmeleri de çok manidardır. Bu ülkede birlikte yaşıyoruz. Bu ülkenin sembollerine söylediğimiz, söyleyeceğimiz bir şey yok. Niye böyle bir mesaj verilmek zorunda. Bu ülke kendine neyi bayrak olarak seçmişse neyi sembol olarak seçmişse sözümüz yok, saygı duyarız. Ama o bölgenin de kendisine has özellikleri, beğenileri var. Ona da saygı duyulsun. Amedspor’un bir önceki deplasman maçında sadece formasında sarı olduğu için formalarını ters yüz ederek izleyicileri aldılar. Her maçta ağır hakaretler yapılıyor.

Bu öyle yeni bir sürecin başlangıcı falan diye okunmamalı. Yeni süreci Kuzeydoğu Suriye’ye yapılan operasyonlarla okumak lazım. Üç taburken şu anda Federal Kürdistan Bölgesi’ne 20 taburun yığılması ile okumak gerekiyor. Cezaevleri ile okumak gerekiyor. Bekir Kaya’nın seçilmiş belediye başkanının 20 yıl ceza alması, Selahattin Demirtaş’ın 40 yıl ceza alması ile okumak gerekiyor. Halay çekti diye insanların cezaevine atılması ile okumak gerekiyor. İnsanlar normalleşme istiyor. Tekrar Türkiye’nin hoşgörü iklimine, birbirine saygı iklimine kavuşmasını istiyor. Onun için bu tür şeyler bile büyük beklentiler doğuruyor. MHP’nin ağır hakaretleri, küfürü kullandığı, o insanın ağzına alamayacağı saygısızca dilinin olduğu süreçte federasyon başkanının oraya gitmesi neyi ne kadar normalleştirir ondan çok emin değilim.

- Sürekli nefret dilini vurguluyorsunuz ki bunun izdüşümleri görülüyor. Bununla nasıl mücadele edeceksiniz?

Emin olun, size yemin ediyorum, ben dahil tanıdığım, şu anda siyaset yapan arkadaşlar silah görmemişler hayatlarında. Asker de ya gördüler ya görmediler. Ama onlar emin olun arabalarında, sırtlarında, ellerinde, herkes silahlı. Bizde öyle bir şey yok. Silahsa onlar, çeteyse onlar, mafya onlar; örgüt ilişkisi ise onlarda. Ya insan kanıtlamaz mı? Neymiş bizi örgüt üyesi, yöneticisi yapan? Somut bir delil söylesinler. AKP karşıtlığı yapıyoruz, MHP’yi eleştiriyoruz. Kürt var, hakkı tanınsın diyoruz.

Ancak mesela Öcalan’la ilgili kampanyalar, sözler eleştiriliyor…

Öcalan’ın tecritine şöyle karşı çıkıyoruz. Diyoruz ki, senin bir hukukun var; anti demokratiktir. Onu demek istiyoruz. Görüş hakkını engelleyemezsin. Üç yıl, dört yıl bir insan ailesi ile avukatları ile nasıl görüşemez. Neticede haksızlığa, hukuksuzluğa karşı mücadele eden bir siyasi partiyiz. Dün Alpaslan Kuytul için yaptık. Bir başkası için yaptık. Erdoğan şiir okuduğunda ellerine kelepçe vurulduğu zaman, başörtülü insanlar üniversiteye alınmadığı zaman da biz yine sokaklardaydık. Darbeler karşısında durduk. Bizim işimiz bu. Anti demokratik uygulamalar, haksızlıklar, hukuksuzluklar neredeyse, kime karşı olursa biz oradayız. Kaldı ki Öcalan, basit sıradan bir aktör değil. Bu meselenin demokratik yollarla çözülmesini sağlayacak çok önemli bir zemindir. Diyoruz ki, kavga edeceğine, bu ülke açlıkla boğuşacağına, insanlar ciddi bir ekonomik kriz yaşayacağına, savaşa, sermayeye ayırdığın bütçeyi gel önce tartışalım. Bahçeli söylüyor, ‘Kaç trilyon dolar para harcadık’ diyor. Trilyon dolarlarla bizim maaşlarımız ve emeklilerin maaşını arttıracağını söylüyor. Matematiği zaten tartışılır birisidir. Trilyon dolarlar niye harcıyoruz. Kürt ana dilini konuşursa ne olacak? Kürt demokratik yasalar çerçevesinde kendi iradesini seçerse ne olacak? Memleket öyle yıkılmaz.

'2003’TE, DGM’LERDE BİLE BÖYLE DEĞİLDİ'

2003’te de genel başkanlık yaptım ama böyle değildi. 2003’te mahkemeler, DGM’ler bir kırıntı bile olsa somut delil arardı örgüt üyeliği için. DGM’lerin olduğu dönemleri de eleştiriyorduk ama somut delildi. Diyor, ‘Terör örgütü. Silah var mı, somut bir eylem var mı, yok. Suçluyu yakaladın mı, yok. Herhangi bir hiyerarşi içinde mi, yok. Sadece söz, konuşma, düşüncelerini ifade ettiği için insan örgüt üyesi olur mu? 2003’te bir tane siyasetçinin, bir tane seçilmişin örgüt üyeliğinden ceza aldığını duydun mu, gördün mü? Bunlar memleketi öyle bir noktaya getirdiler ki, ‘AKP’yi, sarayı, Bahçeli’yi eleştiren herkes teröristtir.’

Saray'dan HÜDAPAR'a 4. madde yanıtı Saray'dan HÜDAPAR'a 4. madde yanıtı

'EVİN İÇİNDEKİ GERGİNLİK DIŞARIYA YANSIYOR'

- Bütün bunlar nasıl değişir size göre?

Birlikte işledikleri dünya kadar günah ortada. Hemen öyle ayrıldık-bittik gibi durmuyor ortaklıkları. Elinde yüzük, dosyalar elinin altında… 17.25 hatırlatması öyle basit, sıradan, üzeri geçiştirilecek bir durum değil. Yıllar sonra 17-25’i orada vermek aslında Sinan Ateş meselesinde karşıya meydan okumaktır. ‘Bak ben de başlarım.’ Aslında bizim görmediğimiz ciddi bir kavga var, ciddi bir gerginlik, ciddi bir gerilim var. Dışarıda bir şey yokmuş. Ortaklık çok mükemmel, iyi yürüyormuş gibi gözükse de öyle bir dil, söylem kullanılsa da bu agresif dil ortada. Emin olun evin içinde sorun yaşıyor. Evin içinde sorun yaşamayan insan böyle üslupsuz, hakaret, küfür eden bir dil kullanmaz. Evin içindeki gerginlik dışarıya yansıyor. Bahçeli’nin bu gerginliği evin içerisindeki kavganın bir sonucudur.

'ESAD’A ELİNİ UZATAN KÜRDE DE UZATSIN'

Suriye’de iç savaşın bitirilmesine yönelik Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye rejimi Başkanı Beşar Esat’a görüşme teklifi var. Bir an önce Suriye rejimi ile diyaloğa girilmesine yönelik girişim devam ediyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in de Şam’a gitme durumu var. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’nin Suriye politikası baştan sona yanlıştı. Bugün Suriye bu haldeyse Türkiye’nin orada katkısı çok büyüktür. Detayına girmeyeyim. Türkiye aslında en başta politikasının yanlış olduğunu kabullendi. Ortadoğu da başta Suriye olmak üzere gerçekten sorunlar diyalog ve müzakere ile çözülmeli. Bölge ülkeleri bu çerçevede katkı sunmalı. Türkiye’nin-Erdoğan’ın, Özellikle orada Esad’la görüşmesinin tek sebebi var. Orada özerk bir yönetim var. Onun statüsünü reddetmek, yok etmek; Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırmak. Sadece Kürt değil; orada Araplar var, Süryaniler, Ermeniler; bütün halklar var. Ben şunu isterim; Türkiye kendi içinde demokratikleşsin, ya da zemini açsın. Suriye’de de sorunların çözümü için arabuluculuk yapsın. Esad’a elini uzatan Kürde de uzatsın. Yani ne var?

- İktidarın değişmesi halinde Türkiye’nin bölgesel politikaları nasıl şekillenir? Kürt sorununa nasıl yansıyabilir. Olası bir erken genel seçimde iktidar değişebilir mi? Sizin rolünüz nasıl olur, Kürt sorununa yansıması nasıl olur?

Özgür beyle ilgili sordunuz (CHP Genel Başkanı Özgür Özel) CHP bence Türkiye’nin birinci partisidir. Gayet tabidir Filistin’e gitmesi, Suriye’ye gitmesi. Ama Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı siyasetin bir payandası olmamalı. Erdoğan orada dediğim gibi çözüm değil de Kürt iradesini yok ettirmeye çalışmak için girişimde bulunuyorsa CHP genel başkanı gidebilir, ama yapıcı, sorunları ülkenin kendi içerisinde kendi dinamikleri ile; oradaki özgünlüklerin de dikkate alındığı, bütünün doğru bir parçası olduğu bir çözümü Özgür bey de başka birisi de bence götürebilir. Türkiye’ye düşen bu. Kürt düşman değil, bunu unutmayın. Kuzeydoğu Suriye’dekiler de bizim kardeşlerimiz, akrabalarımızdır. Emin olun bu ülkenin en zor zamanda, en zor dönemlerinde temel taşıyıcılar yine Kürtler olur.

'SİLAHI SANA NE ZAMAN ÇEVİRECEĞİ BELLİ OLMAYANDAN KORK'

Asıl nerede ne zaman silahı sana çevireceği belli olmayan ama kısa vadede işine gelen kesimlerden korkmalı. Bölgesel sorunlar şöyle çözülebilir: Partimizin düşünceleri olarak da aktarıyorum; Türkiye, bence başta dış politikası başta olmak üzere ama en çok da Ortadoğu politikasını, özgülünde de Kürt politikasını bence yeniden gözden geçirmeli. Federe Kürdistan Bölgesi’nde bu operasyonlar, üsler; 20 taburun bulunması emin olun ne orada kimseye bir yararı var ne burada kimseye yararı var. Şunu söylüyorum, PKK gerekçe yapılarak yapılıyor bu eylemler. Normalde orada başka bir amaç hedefleniyor. Türkiye’nin orada bulunması direk Irak’ın da bir Suriye gibi savaş zemini haline getirilmesi demektir. Türkiye orada sadece ordusu ile bulunmuyor. Suriye’deki paramiliter güçleri götürüyor. Yarın-öbür gün o üslere onlar yerleşecek. En çok KDP’yi rahatsız edecekler. Türkiye’nin üzerine düşen en büyük görev Kürt meselesinde bence öncülük yapmalıdır. Çünkü en fazla Kürdün yaşadığı ülkelerden birisi Türkiye’dir. Kürtleri güvenlik sorunu olarak sunuyorlar. Bu çok yanlış.

'AKP’YE GÖRE BÜTÜN KÜRTLER PKK’Lİ'

- Bunu söylediğinizde ‘Kürtleri değil PKK’yı güvenlik sorunu olarak görüyoruz’ diyorlar.

Bana da öyle diyor. Siirt’te belediye alıyorum PKK diyor, Rojava’da yaşayan adama PKK diyor. Japonya’da Kürt çocukları ana dilde eğitim aldılar. Onlara da PKK’li dedi. AKP kendisinden olmayan hatta kendisinden olan Kürtler dahil olmak üzere bütün Kürtlere örgüt üyesi diyor. Onların örgüt üyesi demesi gerçeği ortadan kaldırmıyor, değiştirmiyor. Yapılacak şudur: Irak’ın karışması bölgeyi iyice içinden çıkılmaz bir hale getirir. Başta Irak ve Suriye olmak üzere bu ülkelerle bir diyaloğa bir uzlaşıya ihtiyacı var. O ülkeler ve o ülkelerde yaşayan insanlar da savaştan yoruldular. Bir çözüm değil. Türkiye bence başka hedeflerle Güney’dedir. (Kuzey Irak) Musul-Kerkük hikayesinin bence alt yapısı yapılıyor. Bu biçimde 20 tabur ne gezer orada. Hani PKK bitmişti. 20 tabur binlerce asker eder. Yanına korucusunu, paramiliter gücünü, Suriye’den getirdiği o insanları katarsan binlerin üzerinde insan eder. Hani bitirmiştin sen? Bu kadar güçlü bir örgütle karşı karşıyasın böyle. Eğer o kadar büyükse önlemlerle zaten onu bitiremezsin. Köyleri boşaltıyor, karakol açıyor. Hani dağdaydı o zaman? Şırnak’ın, Cizre’nin köyünü anladık Amediye’de ne işin var, Dohuk’ta ne işin var. Bu kadar mı büyük bir örgüt bu? Bu kadar çizilen tablo gibiyse Türkiye’ye geçmiş olsun. Bu bir.

İki: Türkiye yapıcı rol oynamayla aslında gerçek anlamda bölgesel bir güç olabilir. Demokrasi modeliyle orada örnek olabilir. Ekonomisi ile olabilir. Hegomonik güçlerin orada çıkarcı, rantçı, menfaatçı; orayı sömüren, dibine kadar artı değerini alıp götüren yaklaşımı yerine oradaki halklarla, diyalogla aslında kendi ekonomisini, ticaretini geliştirebilir. Nereye kadar Kürt düşmanlığı? Ne kazandırdı Türkiye’ye?

Editör: Selda Manduz