İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde tutulan PKK Lideri Abdullah Öcalan'a dönük tecrit, 17 Kasım 2009'da farklı bir hücreye alınmasıyla daha da ağırlaştırıldı.

Abdullah Öcalan, 12 metrekarelik bir hücreden, 6 metrekarelik bir hücreye konuldu. Abdullah Öcalan, söz konusu hücreyi, bir gün sonrasında yaptığı avukat görüşmesinde "ölüm çukuru” ve "17 Kasım Darbesi" olarak nitelendirdi. Abdullah Öcalan, 43 aylık mutlak tecridin ardından yeğeni Ömer Öcalan ile yaptığı 23 Ekim'de yaptığı görüşmede de kendisine dönük tecridin halen devam ettiğine işaret etti.

'TECRİT İNCELTİLMİŞ İŞKENCE SİSTEMİDİR'

Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Emran Emekçi, "17 Kasım Darbesi" ve İmralı sistemini değerlendirdi. İmralı'nın 15 Şubat 1999 komplosundan hemen önce yeniden dizayn edildiğine dikkati çeken Emekçi, "Yasa ve anayasaya göre değil, tecrit üzerine kurgulanmış bir sistemdi. Tecrit ise, kaba işkence yerine inceltilmiş işkence sistemidir. Özel olarak Pentagon tarafından psikologlarca hazırlanan bir sistemdir. Amaç yalnızlaştırmayla toplumla bağını kopararak, iradesini kırma ve kendi çizgisine çekmedir. İlk uygulaması Sayın Öcalan üzerinden başlatıldı. Sayın Öcalan da değerlendirmelerinde bu durumu 'milyonlarca insanın tek hücrede tutulması' şeklinde değerlendirmişti. Amaç buydu ve uygulamalar da buna dönük geliştirilmişti” dedi.

İMRALI'DA DEVREYE KONULAN YÖNTEM

Abdullah Öcalan’ın ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) dayatmasına karşı ortaya koyduğu Demokratik Ortadoğu Projesi sonrası İmralı'da tecridin derinleştirildiğine dikkati çeken Emekçi, "Aslında burada hedeflenen Abdullah Öcalan’ın demokratik çözüm ve barış girişimleridir. Sayın Öcalan, demokratik çözüm ve barış girişimlerini 1993’te Sayın Özal ile geliştirmek istedi. Ancak bu süreç Özal’ın kuşkulu ölümüyle sabote edildi. 1995 ateşkesine verilen yanıt da Sayın Öcalan’a dönük 6 Mayıs 1996 suikastı oldu. Yani o suikast ile barışın asıl muhatabını ortadan kaldırmak istediler. Sonrasında yeni bir yöntem devreye koydular. Komployla kaçırıp, Türkiye’ye teslim etme ve tecridi ağırlaştırarak zamana yayılı ölümü devreye koydular. Biz buna ölüm koridoru diyoruz. Yani ölünceye kadar hapis rejimi dediğimiz şey ölüm koridorudur ve idamın postmodern bir biçimidir” diye belirtti.

3 AŞAMALI TECRİT SİSTEMİ

İmralı tecrit sisteminin üç aşamadan oluştuğunu söyleyen Emekçi, "1999’dan 2005 yılına kadar tecridin kuruluş süreçleridir. O dönem İmralı yargılamaları vardı ve görece olarak aile ve avukat görüşmeler yapılabiliyordu. İmralı koşulları ağır ve nemli ikliminden dolayı sağlığı bozan koşullardır. Rıfat Ilgaz, ‘Bir insan burada 2 yıl dayanamaz’ demişti" dedi.

1 Haziran 2005’te yapılan kanun değişikliğiyle İmralı'daki tecrit sisteminin ikinci aşamaya geçtiğini dile getiren Emekçi, bu süreçte tecridin ağırlaştırıldığını söyledi. Emekçi, "1 Haziran 2005 yasalarıyla bu koşullar daha da ağırlaştırıldı ve o kütüphanesi elinden alınarak 3 kitap sınırlandırılması getirildi. Yine farklı uygulamalara gidildi o dönemde. Devletin mevzuatı bir bütün olarak Sayın Öcalan’a göre yeniden düzenlendi. O gün uygulamaya konulan bu yasa bugün birçok cezaevinde siyasi mahpuslara uygulanıyor” dedi.

Abdullah Öcalan'ın hücresinin değiştirilmesinin de bu dönemde olduğunu kaydeden Emekçi, "Sayın Öcalan, ‘ölüm çukuru hissi uyandırıyor ve en önemlisi de havasız kalıyorum burada’ diyordu. Yani irade ve fiziki olarak boğma girişimi olarak değerlendirdi. CPT, adaya gidip o dönemki koşullara ilişkin bir rapor hazırladı ve bir dizi tavsiyelerde bulundu. 17 Kasım Darbesi demesinin bir diğer boyutu da çözüm çabalarına bu şekilde darbe biçiminde yanıt verilmesiydi. Sayın Öcalan, avukat görüşmelerinde hücre cezalarına ilişkin ‘Bana burada siyasi konuşmamayı dayatıyorlar’ diyordu. Hatta avukat görüşmeleri esnasında bazen müdahale ediyorlardı, 'siyasi konuşma' diye. Sayın Öcalan, buna ‘Ben politik bir liderim ve PKK Lideri olarak yargılanıyorum. Çiçek böcek konuşacak halim yok tabi ki de siyasi konuşacağım’ diyerek bu dayatmaları kabul etmedi" ifadelerini kullandı.

ABDULLAH ÖCALAN'IN İMRALI DURUŞU

Yaşananların komplonun bir parçası olduğunu söyleyen Emekçi, "Sayın Öcalan, ‘Komplo benim ölümüm üzerine geliştirildi ve böyle bir şeye girişirsem komplo tutar’ dedi. Sayın Öcalan orada bir şekilde idam ya da fiziken imha edilirse, Türk-Kürt savaşı derinleşecekti. Ki komployu tasarlayanların hesapları vardı bu konuda. Türk-Kürt demokratik birlik ittifakı kurulsaydı komplo boşa çıkarılırdı. Hem Türkiye güçleri hem Kürtler hem de Ortadoğu’da bu sorunlar yaşanmazdı. Sayın Öcalan, savunmalarının 5’inci cildinde ‘Ben anladım ki Türkiye ne kendi adına savaşabilir ne de barışabilir. Türkiye’ye biçilen misyon kapitalist sistemin bölgedeki çıkarlarını korumak ve jandarmalık rolüydü’ diyor. Özal’ın tasfiyesi, Ecevit’in felç edilmesi, Erdoğan’a geri adım attırılması gibi. O yüzden de Üçüncü Yol fikriyatını geliştirdi. Üçüncü Yol ile demokrasi güçlerini bir çatı altında toplayıp, yönetime gelip, anayasaları değiştirerek siyasi irade boşluğunu doldurmak istedi. Sayın Öcalan ‘Benim buradaki duruşum demokratik dönüşüme evet, tasfiyeye hayır’ dedi. Sayın Öcalan’ın İmralı’daki 25 yıllık duruşunun özeti budur. Ama devlet ve hükümetin 25 yıllık yanıtı ise hep tasfiye oldu” şeklinde konuştu.

MUTLAK TECRİT DÖNEMİ

İmralı'daki tecrit sisteminin üçüncü aşamasının mutlak tecrit dönemi olduğunu dile getiren Emekçi, bu dönemin de 15 Temmuz 2016 askeri kalkışması sonrası devreye konulduğunu söyledi. Emekçi, "Temmuz 2016 tarihli Bursa 1’inci İnfaz Hakimliği kararına bakarsak, avukat görüşlerinin yasaklanması, ziyaretçi kabulü, telefon iletişiminin yasaklanmasıyla mutlak tecridi sıralamışlar. Bu bütün olarak temel mahpus haklarının askıya alınmasıdır. Tecrit aynı zamanda darbe sürecinin devamı demektir. Kayyumlar aynı şekilde darbe yasasıdır. 20 Temmuz’da Sayın Öcalan’a dönük mutlak tecridi geliştirdiler. 21 Temmuz’da ise, bir kararname çıkarıp bu kararname ile belediyeler kanununa bir ek madde koydular. Kayyumların önünü açtılar. Şuanda da yürürlükte olan bu istisnai hukuk rejimidir" dedi.

'ÖCALAN'IN ÖZGÜRLÜĞÜ TANINMALI'

Abdullah Öcalan'ın 4 yıl aradan sonra yeğeni Ömer Öcalan ile gerçekleştirdiği görüşmeye değinen Emekçi, Öcalan’ın görüşmede tecridin devam ettiğini söylediğini anımsattı. Emekçi, şunları söyledi: "Bugün sınırlı bir aile görüşmesinin yaptırılması da tecridin kırıldığı anlamına gelmez. Çünkü sıradan bir hükümlünün bile her hafta telefonla görüşme, aile ziyareti, açık görüş hakkı var. Bunlar yasal, evrensel haklardır. Kürtler, Lozan’la birlikte tecridi zaten yüzyıldır yaşıyor. Tecrit nasıl kırılır? Kürtlerin bireysel ve kolektif haklarını tanıyarak, İmralı kapılarını açarak kırılır. Bir aile görüşmesi, avukat ya da heyet görüşmesiyle tecrit kırılmaz. AİHM kararları ortadadır. Sayın Öcalan’ın özgürlüğünü tanıyacaksın. De Klerk gibi cesurca müzakere yasasını çıkaracaksın ve bu işi sonlandıracaksın yani."

'GEREKLİ ZEMİN HAZIRLANMALI'

Abdullah Öcalan’ın son görüşmede Kürt sorununun çözümüne dair sözlerini de hatırlatan Emekçi, şöyle devam etti:

DEM Parti’den YRP’ye ziyaret: Sayın Bahçeli’nin sürdürdüğü bir süreç var DEM Parti’den YRP’ye ziyaret: Sayın Bahçeli’nin sürdürdüğü bir süreç var

 "Sayın Öcalan son görüşmede 'Koşullar oluşursa bu süreci çatışma ve şiddet zemininden hukuki ve siyasi zemine çekecek teorik ve pratik güce sahibim' diyor. Sayın Öcalan’ın demokratik çözüm ve barış konusunda rolünü oynaması için gerekli zemin hazırlanmalı. Koşullar sağlanırsa süreç başlar. İşte o zaman bir yol haritası belirlenir. Kararlı, iradeli bir şekilde yol haritasının gerekleri yerine getirilir. Sorun öyle çözülür. Gerisi lafügüzaftır. Dünyadaki bütün barış süreçlerine bakın, iki taraflıdır. Çatışmasızlıkla başlar, yol haritasıyla devam eder ve anayasal düzlemde sonuca bağlanır. Tek taraflı 'Türk Tipi' bir çözüm ve barış sahte bir barıştır. Onurlu bir barış için Sayın Öcalan parametreleri oluşturmuştur. Bununla, devlet de hükümet de halklar da, yani herkes kazanır. Ama diğer Kürt-Türk çatışmasının derinleştirilmesi komploya yarıyor ve Kürtlerden çok Türklere kaybettiriyor. Bakın devletin geldiği durum bunun örneğidir. Bu kısır döngüden çıkmak lazım. Sayın Öcalan bunu değerlendirebilmek için çok büyük şans ve fırsattır.”

Kaynak: Mezopotamya Ajansı

Editör: Selda Manduz