8 Mart ve Türkiye'de Kadın Hakları Mücadelesi

Abone Ol

İnsanlık tarihi devrimci dönüşümlerin ve büyük alt üst oluşların tarihidir. Özellikle son üç dört yüz yıla bakıldığında insanlık büyük ilerlemeler kaydetmiştir. Temelde insanın insan tarafından sömürülmesi ortadan kaldırılamasa da zamanın oku hep ileriyi göstermiş, geri dönüşler ve ricat dönemleri olsa da süreç kendini nicel birikimlere bırakmış ve bu nicel birikimler nitel değişimlere sebep olmuştur.

Aynı fırtına öncesi sessizlik gibi en umutsuz ve durgun zamanlarda bile tarih hep bir şok dalgası yaratmış, insanlık hep ileriye ve bir sonraki aşamaya sıçramıştır. 1789 Fransız devrimi bunların en önemlilerinden biridir.

Bugün modern batıdaki temel insan haklarının, eşit yurttaşlık ilkelerinin ve özgürlükçü anayasaların kökeninde Fransız devrimi, nerdeyse yüz yıl sonra  1872 Paris Komünü deneyimi ve 1917'deki Rus devriminin büyük etkisi vardır. 

Ana fikir, “Fransız Devrimi” sırasında da ilan edildiği gibi bütün insanların eşitliği olmuştur. Olympe de Gouges 1791 yılında, “Kadın ve Kadın Yurttaş Hakları Bildirgesi” (Déclaration des droits de la Femme et de la Citoyenne) ile İnsan Hakları ve Sivil Haklar Bildirisi’nden (1789) hemen sonra kadınlar için aynı hakları ve yükümlülükleri talep etmiştir. Çünkü o zaman diliminde insan ve sivil hakları ifadesi sadece erkekler için geçerliydi.

Her ne kadar sorunlu olsa da insanlık belirli toplumsal sözleşmeler etrafında birleşmiş, sadece egemen sınıflara tanınan haklar egemenliğin bölünerek tüm topluma yaygınlaştırılmasını sağlamıştır.

Bugün var olan adalet, eşitlik ve özgürlük gibi kavramlar bu devrimlerin eseridir. Feodalizmden kapitalizme geçişle birlikte kadın haklarında da ilerlemeler olmuş, kadının birey olarak kabul edilmesinde zorunlu değişimler meydana gelmiştir.

TÜRKİYE'DE KADIN HAKLARI TARİHİ

Türkiye'de kadın hakları mücadelesini Osmanlı'daki gerileme dönemine kadar götürebiliriz. Ama ondan önce belki de dünyada bir ilk olarak Anadolu beylikleri döneminde kurulan Bacıyan-ı Rum Teskilatı'ndan bahsetmek gerekir.

Bacıyan-ı Rum teşkilatı bir Bektaşi olan Ahi Evran'ın hanımı Fatma Bacı tarafından kurulmuştur. 1200'lü yılların başında kurulan bu teşkilat dünyanın bilinen ilk kadın dayanışması örgütüdür.

Bu teşkilatın faaliyetlerinden en önemlisi Anadolu'daki yetim genç kızlar, kimsesiz, eşini kaybetmiş, hasta ve ihtiyar kadınların yardımına koşmaktır. Osmanlı'da ilk dönemlerde kadınların giydiği feraceye bile karışan padişahlar ve devlet otoritesi varken gerileme ve çöküş dönemiyle birlikte Osmanlı devleti kadınlara bakışını değiştirmeye başlamış özellikle 1.Meşrutiyet'den sonra dağılmaya yüz tutmuş ve savaşlarla yıpranmış imparatorluğun kadınların sosyal yaşama  katılımıyla bir nebze olsun nefes almıştır.

Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde kadınlar kamusal alanda daha çok görülmeye başlamış, ebelik, hemşirelik, sağlık, bakım ve yardım hizmetleri alanında daha çok yer edinmişlerdir. Buna istinaden de çeşitli örgütlenmeler ve dernekler kurmuşlardır. Batılılaşma hareketleriyle birlikte sanıldığının aksine padişah 2. Abdulhamit kadınların sosyal yaşamdaki varlığının önünü açmaya çalışmış, bu açıdan kadınların eğitime katılımını sağlamıştır.

Bu dönemde açılan "Muallime Mektepleri" buna örnek verilebilir. Bu mekteplerde yetişen kadınlar o dönem taşraya öğretmen olarak gönderiliyordu.

2. Meşrutiyete kadar İstanbul, Bursa, İzmir, Selanik gibi kentlerde önemli bir eğitimli kadın ordusu ortaya çıkmıştır. Bunların içinde Halide Edip, Fatma Aliye, Nezihe Muhittin, Nigar Hanım, Emine Semihe gibi sanatçı ve edebiyatçı kadınlar yetişmiştir. 1908 itibariyle İttihat Terakki döneminde ise kadınlar iş dünyası ve sosyal hayatın her alanında artık tamamen görünür olmuşlardır. Bu dönemde ilk feminist kadın örgütlenmelerinden olan Osmanlı Müdafaa-i Hukukî Nisvan Cemiyeti kurulmuştur.

29 Mayıs 1913'de kurulan bu cemiyet Kadınlar Dünyası adlı bir dergi çıkarmaktaydı. Cemiyetin üç temel amacı; kadınların giyimine yönelik kuralların yeniden düzenlenmesi, kadınların çalışma hayatına girmesi ve kadınların eğitiminin iyileştirilmesidir.

Boşanma hakkının kadınlara verilmesi ve mirastan eşit şekilde pay alım gibi ancak Cumhuriyet döneminde gerçekleşecek uygulamaları savunan cemiyet, dönemine göre en radikal kadın cemiyetidir. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde ise sanıldığının aksine CHP ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından daha önce Kadınlar Halk Fırkası adında bir parti kurmuşlardır. Bu partiyi Cumhuriyet yönetimi maalesef yasaklamıştır. Daha sonra feminist kadınlar "Türk Kadınlar Birliği" isimli dernek kurmuşlar bu dernek faaliyetlerine kapandığı yıl olan 1935 yılına kadar devam etmiştir.

Kadınların siyasal haklar elde etmesi konusunda Türkiye'nin çeşitli illerinde konferanslar, sempozyumlar yapan bu dernek, Cumhuriyet eliti tarafından "bozgunculuk", "aşırı", "uçuk" unsurlar olarak nitelendirilmiştir. 

Cumhuriyetçi devlet eliti bu dönemde, özellikle 1926 Medeni Kanun ile birlikte  kadınları, "himaye etme ve onlardan yararlanma" yoluna gitmiş, savaşlarla azalan erkek nüfusu nedeniyle onlara birtakım özgürlük ve haklar tanıyarak devletin yanında olmalarını sağlamaya gayret etmiştir. Bu dönem Kemalist iktidar kadınların kendilerini tamamen Cumhuriyet ideallerine adamalarını istemiş, eğitimli kadınların bu görevleri üstlenmelerini beklemiştir.

Türk Kadınlar Birliği yöneticileri 1934 yılında oy hakkı için Atatürk'ü ziyaret etmiş, Atatürk onlara bu gereksiz işlerden vazgeçmelerini söylemiş, kendilerini Cumhuriyetin ideallerine adamalarını ve bu idealleri ülkenin her yerindeki kadınlara ulaştırmak için seferber olmalarını istemiştir. Fakat kadınlar bununla ikna olmamış ve Ankara'da Kızılay'dan Ulus meydanına kadar "oy hakkı isteriz" sloganıyla bir yürüyüş düzenlemiştir. Atatürk'ten bu hakkı alacaklarına dair söz aldıktan sonra bu gösteriyi takiben mecliste kadınlara seçme ve seçilme hakkı veren kanun yasalaşır ve Türk Kadınlar Birliği amaçlarına ulaştıklarını düşünerek derneği feshederler.

1970'li yıllara kadar kadınlar kendilerini Cumhuriyet ideallerine adayarak, devrimin ilkelerine sahip çıkmışlar, taşraya ve hatta kent varoşlarına kadar örgütlenerek yoksul kadınları da yanlarına almaya çalışmışlardır.

1970'li yıllara gelindiğinde Cumhuriyetçi kadın kimliği yerini sosyalist, emekçi kadın örgütlenmelerine, feminist karakterden çok sosyalist sınıf örgütlenmesi içinde anlam bulmaya çalışmıştır.

Türkiye İşçi Partisi'nden Behice Boran, Türkiye Komünist Partisi'nden Suat Derviş bu dönemin öne çıkan kadın aktörlerindendir. TİP'in bu dönemde İlerici Kadınlar Derneği örgütlenmesi ve TKP'nin Devrimci Kadınlar Birliği örgütlenmesi bu dönemin önemli kadın örgütlenmeleriydi.

İlerici Kadınlar Derneği ve Devrimci Kadınlar Birliği Cumhuriyet tarihinde, Osmanlının son dönem feminist kadınlarından sonra, ilk defa kadınları sokak ve eylemle tanıştırmıştır. Kadınlar bu dönemde ilk defa Kemalist kimliklerinden sıyrılıp sosyalist devrimci bir özne olma yolunda ilerlemişlerdir fakat bu süreç solun askeri darbelerle önünün kesilerek kadınları edilgenleştiren ve kimliklerini sadece kültürel/cinsiyet temelli yerel birtakım haklara indirgeyen bir kalıba sokmak istemişlerdir. 12 Eylül askeri cuntasının toplumu dizayn etme anlayışı gereği 1990'lar itibariyle siyasal kimliklerinden sıyrılmış, suya sabuna dokunmayan, sadece cinsiyetçi sorunlar etrafında şekillenmiş olan feminist hareketlerin etki alanı devlet eliyle genişletilmiştir. Gelinen noktada 2001 itibariyle kadın sorunları iktidarın başörtüsü/muhafazakar hassasiyetler etrafında şekillendirilmiş, siyasal islamcıların politik argümanlarına sıkıştırılmak istenen bir duruma gelmiştir. Sanki "başörtüsü sorunu" kadınların en büyük sorunu, başka sorunu yokmuş gibi bir anlayış yaratılmıştır.

Günümüzde tüm bu özgürleşme biçimlerinin yanında eskiye nazaran farklılaşmalar ve çeşitlenmeler yaşanmıştır. Örneğin ekolojik haklar, çocuk hakları, hayvan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, veganizm, vejeteryanlık, LGBT hakları vb. bunlara örnek gösterilebilir. Bunların arasında en ön plana çıkanı bugün kuşkusuz, "toplumsal cinsiyet eşitliği" kavramıdır. Ülkemizde bir rejim krizinin de yansıması olarak ciddi bir çözümsüzlük girdabında debelendiği bir sorundur toplumsal cinsiyet eşitliği sorunu. Bu kavram özü itibariyle yaşamın her alanında (kamu/özel) kadın ve erkeğin aynı fırsat eşitliğine ve toplumsal haklara sahip olduğu görüşünü savunur. Fakat kapitalizm koşulları altında bütünüyle böyle bir eşitlikten bahsetmek olanaksızdır çünkü tüm eşitsizliklerin kökeninde sınıfsal çelişkiler yatar.

Günümüzde kadınlar gelişmiş kapitalist metropollerde sosyal yaşamın içerisinde önemli bir yere sahip olsa da dünyanın geri kalan büyük kısmında sosyal yaşamdan dışlanmaktadır.

Tüm dünyada cinsiyet eşitsizliklerinin kökeninde öncelikle verili ülkedeki aile yapısı yatmaktadır. Türkiye'de aile yapısı genel olarak erkek egemen (ataerkil) bir yapıya sahiptir ve kadının toplumdaki rolünü sadece "anne" olarak tanımlayan bir anlayış hakimdir. 22 yıllık AKP iktidarında ise kadınlar adeta cehennemi yaşamaktadır. Siyasal islamcı bir ideolojik formasyonla kadınlar sosyal yaşamın dışına itilmek istenmektedir. ÇEDES gibi uygulamalarla eğitimde dinselleşme sağlanmakta, kız çocuklarının bırakın bilimsel eğitimi, eğitime ulaşımı zorlaşmaktadır.

Ülke merdiven altı kuran kurslarından tutunda, dinci tarikat ve vakıflarla kuşatılmıştır. Özellikle yoksul kız çocukları küçük yaşlardan itibaren kuran kursları ve dinci yurtlara mahkum edilerek örgün eğitimin dışına itilmektedir. İşte islamcıların kadına vadettikleri hayat "eşinin dizinin dibidir"

Kadınlar üzerinde oluşan feodal sosyal baskı küçük yaşlardan itibaren örülmekte, kadını bir mal gibi, erkeği onun sahibiymiş gibi gören anlayış tüm topluma benimsetilmek istenmektedir. Çağdışı "Kadınlar allahın bize emanetidir" zihniyetiyle aslında kadın haklarını savunduklarını iddia etmektedirler.

İktidarın okullardaki ÇEDES (Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum) uygulaması bunun en açık göstergesi. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı arasında yapılan protokolde, her okula bir imam atanmış, çocuklar sözde değerlerimiz adı altında pedogojiden bihaber, anti bilimsel, anti laik savlarla karanlık bir sürecin içine çekilmiştir.

Tüm bunlar olurken ülkedeki kadın cinayetleri hala artarak devam ediyor.

“Ağaç yaşken eğilir” deyip dinci bir kuşak yetiştirmeye çalışan iktidar "İstanbul Sözleşmesini" kaldırarak kadın cinayetlerinin önünü daha da açmıştır. Kadına aile içerisinde sosyal bir güvence ve kalkan sağlayan İstanbul Sözleşmesi 2021 yılında Cumhurbaşkanlığı kararıyla feshedilmiştir. Bugün her gün artarak devam eden, günde artık 3-5 kadının eşleri ve erkek yakınları tarafından öldürüldüğü bir ülke yarattılar. Ülkede önceki gün (11 Mart) bir günde 3 kadın cinayeti işlendi. Adıyaman, İzmir ve İstanbul'da 3 kadın eşleri tarafından katledildi.

Yaratılan tablo korkunç bir cehennemi işaret etmektedir. Çocuk işçiliği, kadın cinayetleri, mesleki liselerde sermayeye ucuz işgücü sağlayan MESEM yapılanması ve ÇEDES gibi dinci projelerle yoksulluğun tüm toplumu saran kuşatması...

8 Mart bu açıdan çok anlamlı bir yere tekabül etmektedir. Bundan 158 yıl önce kadın dokuma işçilerinin 8 Mart'ta başlattığı direniş, Clara Zetkin'in II. Sosyalist Enternasyonal'e önerisi, 1921'de Moskova'da uluslararası dünya emekçi kadınlar günü ilanı ve 1977'de BM kararıyla resmi olarak Dünya Kadınlar Günü olarak ilan edildi.

1857'de kadınlar fabrikaya kapatılıp yakılmışlardı bugün ise ucuz, güvencesiz işçilikle ve evlere kapatılarak hayatları karartılmak istenmektedir.

Bugün bilinmelidir ki kadın mücadelesi sosyalist sınıf mücadelesinin bir parçası ve tamamlayıcısıdır. Feminist mücadele haklar mücadelesinin büyük bir bileşenidir ve sosyalist mücadelenin de dinamizm kazanmasında önemli bir katalizördür. Bugün sosyalist partiler kadın örgütlenmelerinden ve feminist kadınlardan bağımsız olarak asla düşünülemez.

İktidar zihniyeti, bugün kadınlar için konferans düzenleyip en ön sıralara erkekleri oturtan bir zihniyeti temsil ediyor. Kadınlar, "biz aslında onların evine destek olmasına karşı değiliz" diyen, kadını bir birey olarak değil ama namus objesi olarak gören ve cinsiyetçi dil kullanarak kişiliğini yok sayan zihniyetle üç yüzyılı aşkındır mücadele ediyor ve etmeye de devam edecek...