Habertürk Tv'de 12 Eylül sabahı haber programında "11 Eylül travması sürüyor mu?" başlıklı bir haber vardı.
Haberin detayında Amerika'da 2001'de İkiz Kulelere yapılan El Kaide saldırısından bahsedilirken bu seneki anma ve törenlerin sönük geçtiği ve Amerikan Başkanı Joe Biden'in anma törenlerine katılmadığı söyleniyordu. İkiz kulelere yapılan saldırının travması acaba geçti mi?
Sosyal medyada Biden eleştirilmiş falan fişmekan...!
Peki, Joe Biden'ın bir çırpıda unuttuğu 11 Eylül'ü bir kenara koyalım, ya Türkiye halkının 12 Eylül'ü ne olacak, Türkiye halkı için 12 Eylül 1980 askeri cuntasının travması hâlâ sürüyor mu?
Bu soruya verilecek cevap, içinde bulunduğumuz siyasi rejimin ta kendisi, şu an ülkede yaşananlar ve daha fazlasıdır dersek yanlış söylemiş olmayız...
12 Eylül 1980 askeri darbesi, Türkiye siyasi hayatı ve ülkenin geleceği açısından bir milat olmuştur. Aslında 12 Eylül'e giden yolun taşları 12 Mart 1971 muhtırasıyla döşense de, esas olarak 12 Eylül darbesi emekçilerin ve solun üzerinden en hafif tabirle bir balyoz gibi geçmiştir.
Ülkenin geleceğinin karatılmasında, özgürlük ve gelişmenin yok edilmesinde, ülke kaynaklarının bir avuç azınlık tarafından sömürülmesinde, eğitimin, sağlığın ve tüm kamusal hizmetlerin paralı hale getirilip ekonominin çökertilmesinde, en önemlisi zihinlerin çölleşmesinde doğrudan rolü vardır.
Bugünkü siyasal rejimi, siyasi partilerin tek adamlığını ve ülkeyi tümüyle anlayabilmemiz için 12 Eylül darbesinin arkasındaki güçlere ve neler yaptıklarına bakmamız yeterlidir...
Peki Türkiye neden sürekli böyle bir siyasal rejimle yönetilmek zorunda bırakılıyor?
Bu konuda Devrimci Yol Savunması'da şunlar söyleniyor:
".... kısacası, emperyalizmin sömürü ve hegemonyası altındaki bizim gibi geri kalmış ülkelerde ne demokrasi gelişebiliyor, ne kalkınma gerçekleşebiliyor. Ekonomik krizler, sürekli enflasyonlar; sosyal ve siyasal kargaşalıklar, sıkıyönetimler, askeri darbeler, cuntalar sürekli yaşadığımız birer gerçek haline geliyor."*
12 Eylül faşist darbesinin yapılış nedenini anlayabilmenin yolu darbeye giden yolun taşlarının nasıl döşendiğine bakmaktan geçiyor.
1960-1980 yılları arasında, iç de ve dışta Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi konjonktür ve özelikle Amerika'yla girilen ikili ilişkilerin yarattığı düzlem, ancak faşist bir askeri darbeyle ülkenin rotasını değiştirmeyi zorunlu hale getirmiştir.
Türkiye'de işçi sınıfının, sendikal örgütlenmeler ve öğrenci hareketlerinin yükselişi geniş halk kesimlerinde bir aydınlanmayı hayata geçirmiş ve emekçilerin öz örgütlenmelerinin ortaya çıkmasını sağlamıştı. İşte 12 Eylül'ü yapanlar ya da yaptıranlar en çok bundan korktular. Bu yüzden patronlar darbenin ertesinde o dönem TİSK Başkanı olan Halit Narin'in dediği gibi "şimdiye kadar işçiler güldü, birazda biz gülelim" demişlerdir.
12 Eylül 1980 askeri darbesi işçilerin yüzünün gülmemesi için bir milattır çünkü bugünkü siyasal islamcı rejimi anlayabilmemizin yolu buradan geçiyor.
Darbenin siyasi doğrultusu iç de Türkiye kapitalizminin ve patronların çıkarlarının korunmasıyken dışta Amerikan çıkarları doğrultusunda solun ve emekçilerin ezilerek yeni bir siyasal rejim kurulmasıdır. Bunun için tüm operasyonel ve paramiliter yapılar desteklenmiş, ülke suikast ve cinayetlerle birlikte bir iç savaş sürecine sokulmuştur.
Siyasi boyutta ise 12 Eylül sonrası topluma Türk-islam sentezci gerici bir ideolojik formasyon dayatılmış, devlet kadroları ve bürokraside bu anlayışın önü açılmıştır. Bugünkü gerici AKP rejiminin ve topluma hiç bir şey vaadetmeyen TBMM'deki siyasi partilerin anti demokratik yapılarının kökeninde bu anlayış yatar. Bugün tek adam rejimi dediğimiz rejim -CHP'deki gelişmeler de dikkate alındığında- aslında siyasi partilerinde tek adamlığı olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylece koltuğa oturanın bir daha kalkmadığı bir siyasi partiler rejimi yarattılar. CHP'de bir rejim partisi olarak bundan azade değildir. Mayıs 2023 genel seçimlerinden sonra bunu çok daha net görebiliyoruz...
SIRADAN FAŞİZM
12 Eylül 1980 darbesinin bu ülkeye yaptığı en büyük kötülük sıradan faşizmin (sistematik ve normallestirilmiş) yaygınlaşması ve derinleşmesini hatta kurumsallaşmasını sağlamak olmuştur. Öyle ki ülke, insani ve vicdani reflekslerini yitirmiş ve fikren zombileşmiş insanların ülkesi olmaya ramak kalmış vaziyette.
Tabi bunda 12 Eylül faşizminin etkisi büyük olduğu kadar son 21 yıldaki AKP iktidarının islamo-faşist yönetim anlayışının da etkisi büyüktür. Bugünkü toplumsal şiddet, nefret ve dincilikle beraber derinleştirilmiş yoksulluğun kökenlerine indiğimizde böyle bir gerçekle karşı karşıya kalırız.
AKP geçmişte böyle bir rejim inşa ederken -şimdilerde daha iyi anladığımız- sağdan soldan liberal kesimleri de yanına katmış, Kürt siyasetini ve birtakım aydınları da arkasına almıştı.
Gelişim seyri açısından AKP iktidarı özellikle 2007-2013 arasında ciddi bir toplumsal desteğe sahipti. Bu desteğin büyük bir kısmı 2013'de Gezi direnişiyle kırılsa da 2015'e kadar sürdü.
Sonrası ise malum, 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi ve toplumun AKP ve Erdoğan'ın vesayeti altında tahkim edilmesinin sonuçlarının yarattığı, halkın yarıya yakınının desteğini yitirmesiyle sonuçlanan bir süreç olmuştur. Tabi burada zombileşmek terimini kullanıyoruz çünkü kendine muhalif olan herkesi rahatlıkla düşman ilan edecek zihniyete sahip bir rejim ancak böyle tanımlanabilir.
AKP ve siyasal islamcıların yarattığı zihniyet sistematik olarak topluma yaygınlaştırılmış ve gündelik hayatın kılcal damarlarına kadar işlemiştir. Türkiye'de sıradan faşizme (normallestirilmiş baskı rejimi ve ayrımcılık) büyük oranda zemin hazırlamış olan da koro halinde eski kafatasçıları, seküler laikleri ve liberalleri yanlarına ekleyebilmiş olmalarıdır.
Siyasal islamın yetmediği noktada rejim aktörleri, gittikçe Suriye ve Afganistan savaşıyla birlikte Avrupa'da da örneğini gördüğümüz yükselen bir ırkçı/milliyetçi yeni sağın oluşmasına da zemin hazırlamıştır.
Zafer Partisi ve İyi Parti böyle bir zeminden beslenerek toplumsal tabanlarını geliştirmişlerdir. Bu başka bir yazının konusu olmakla birlikte neo faşizm Avrupa'da mülteci karşıtlığı temelinde yükselişe geçerken, büyük oranda batılı Avrupa devletlerinin ve Amerikan'ın doğrudan desteğiyle kendine taban bulmuş bir harekettir.
Özellikle Almanya ve Ukrayna'da örgütlenen neonaziler, Macaristan'da Orban, Fransa'da Le Pen, İtalya'da Meloni'yle de gördüğümüz üzere Avrupa'da yükselen yeni bir milliyetçi sağ dalga vardır. Yükselen bu milliyetçi sağcı faşist dalga, Türkiye'yi de etkisi altına almış ve seçimlere de yansıyan bir milliyetçi tablo ortaya çıkmıştır.
Burada bahsedilmesi gereken önemli noktalardan biri AKP rejimin yarattığı bu karanlık tablonun milliyetçi/ırkçı siyasal bir dalgayla birleşerek ülkenin daha koyu bir karanlığa sürüklemiş olmasıdır. Çünkü her gün ötekileştirme ve ayrımcılığın farklı versiyonlarıyla karşı karşıya kalıyoruz.
Öyle ki geçen gün Muğla'da bir otelde çalışan HDP kadın kollarından bir kadın işçi, "Ben Türküm devletime karşı olan yanımda barındırmam" denilerek otel patronu tarafından işten atıldı. Sosyal medyada yaşadıklarını paylaşan Rabia Öz isimli işçi kadın, sosyal medyada da ayrıca ırkçı/milliyetçi lince maruz kaldı. Yasal bir partinin üyesi ve yasal bir toplantıya katıldı diye bir işçi kadın nerdeyse "terörist" ilan ediliyor...
Bir diğer haberde ise İzmir'de bir otobüste Suriyeli Arap bir kadının çocuklarıyla birlikte otobüsten dövülerek atıldığı görüntüleri izledik.
En son ise İstanbul'da ki Sarıyer-Amedspor futbol maçında Amedsporlu bir aile ve taraftarlara ırkçı saldırılar düzenlendi.
Tabi bu ırkçı saldırılar Türkiye'de ilk değil ama mevcut yükselen ve palazlandırılan ırkçı/milliyetçi siyasal rejimin meşruiyetinden de güç alan saldırılar olduğu aşikârdır.
Şimdi tüm bunlar gösteriyor ki Türkiye'de güçlünün güçsüzü ezdiği, kendilerinden olmayanın lince maruz bırakıldığı, ötekileştirildiği ve yok edildiği bir psikolojik ortam yaratılmıştır.
AKP ve siyasal islamcılar böyle bir ortamın yaratılmasında mülteci kartını iyi kullanmaktadır. Memlekete doldurduğu mültecilere duyulan nefret, hem içerde milliyetçi kesimleri paralize etmekte hem kendi siyasal meşruiyetini sağlamaktadır.
Kuşkusuz 12 Eylül için çok şey yazıldı çizildi fakat o dönem yaşananlar, günümüzü anlamlandırma da bugünlere nasıl geldiğimizi tekrar sorgulamada siyasi bir işaret fişeğidir.
12 Eylül, tüm bu yaşananları bir kez daha anlamlandırmak açısından maalesef siyasi bir pusula görevi görürken, ülkenin çoraklaşması, zihinlerin çölleşmesi, gençlerin ve geniş halk kesimlerinin geleceğinin küçük bir azınlığa, tarikatlara ve gerici odaklara tahvil edilecek bir milât sayılır. Son yapılan seçimlerde oluşan tabloya baktığımızda, 12 Eylül zihniyetinin ülke için karanlık bir gelecek projeksiyonu olmaya devam edeceğini görüyoruz. Bu karanlık rejimden çıkış tüm emekçilerin ve halkın örgütlü mücadelesin de yatıyor. Bunun nasıl olacağı ise önemli bir soru işareti olarak karşımızda duruyor...
*12 Eylül ve Türkiye Gerçeği DY Savunması. Oğuzhan Müftüoğlu Syf.47